Yer yerinde durmuyor ki…

Yer, yani yuvarlak dünyamız, Üstad’ın tabiriyle “küre-i arz”. İnsan, hayvan ve nebatâtın yaşaması için yaratılmış bir menzildir. Tabiî, aynı zamanda bu yer, bir imtihan meydanı da olduğundan, bu imtihanın sırrına uygun olmayan mugayir hallerin neticesinde bazen depreşiyor, sallanıyor, yani yer yerinde durmuyor…

“Deprem, zelzele” diye isimlendirilen ve İlâhî ikazın bir numunesi olan bu hareketler, Anadolu’muzda sıklıkla vukuu bulan hadiselerdir. 30 yaşımıza kadar (Ankara’da) fiilen yaşamadığımız ve bilmediğimiz, ancak o yaştan sonra da, 17 Ağustos depremi de dahil, birçok defa muhatab olduğumuz bu âfetleri, yaşamayan, görmeyen bilmez.

Bazen düşünüyorum da, “Acaba” diyorum kendi kendime, “Yerkürenin merkezinde bulunan ve binlerce derece sıcaklığı hâvî cehennem-i suğranın, emr-i İlâhî ile hareketlenmesiyle, kazanını kaynatmasıyla meydana gelen muhtemel bir hareket midir bu?“ Kaplıcaların kaynar suları, yanardağların volkanları nereden geliyor acaba? Kaynayan kazanın bacası mesabesindeki dağlardan birer ateş topu gibi fışkıran lâvların bir tesadüf eseri olması mümkün müdür? Bunların hepsini irade buyuran Kudret-i İlâhînin bizlerden bir isteği, bir ihtarı, hatırlatması, ikazı yok mudur?

Şu son Van depremlerinde enteresan şeylere şahid olmadık mı? Konuştukları zaman mangalda kül bırakmayan koca koca ilim erbabının, kendi ikrarlarıyla “böyle bir fay hattından haberlerinin olmaması” sizce nedir acaba? Halbuki o hocalar, gelip dizlerini kırıp, İlâhî takdirin önünde eğilseler, hem mahcub olmayacaklar, hem de bazıları günaha girmeyecek, öyle değil mi?

O fayları yaratan kim? İstediği yerde, istediği anda fay hattı yaratamaz mı Allah? 30 senedir yaşadığımız memleketimiz Ankara’nın deprem bölgesi olmadığını öğrenirdik hep. Beyaz bölgede gösterilirdi, ama şu son senelerde orası da birkaç defa sallanınca, sanki İlâhî canipten; “Ne fay hattı, ne deprem bölgesi… Oraların nasıl olacağını siz mi tayin ediyorsunuz, yoksa Biz mi?” dercesine bir sadâ işitiyoruz. Hani İlâhî Kelâm’da buyurulduğu gibi: “Onu siz mi yaratıyorsunuz, yoksa Biz miyiz yaratan?” (Vakıa Sûresi: 59)

Evet, yer yerinde durmuyor dedik. Öyle veya böyle, dünya da sür’atle maksud menziline doğru yol alırken, bizlerin o emr-i İlâhînin, o Kudret-i İlâhî’nin dışında bir şey düşünmemiz elbette abes kaçar. Bu gibi hadiseler karşısında bizim yapacağımız en büyük iş; Rabbimizin emrine âmâde olup, O’na duâ edip, yalvarmamızdır.

“Yâ Rabbi! Bizleri emrine mutî eyle, isyankâr eyleme. Her türlü afâtından bizleri muhafaza eyle! Afâta dûçar olan kardeşlerimizin vefat edenlerine rahmet, sağ kalanlarına da merhamet eyle!“ demeliyiz.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*