Yerdeki teşyîye nisbet, gökte hoşâmedî vardı

Image
Osman Demirci Hocanın, Fatih Camii’ni, avlusunu ve çevredeki yolları, sokakları dolduran binlerce insanın iştirakiyle kıldırdığı namazı müteakip, Zübeyir Gündüzalp’in tabutu omuzlara alınıp cemaat yola çıkınca o fevkalâde hâller de onlarla birlikte harekete geçti.

O yıllarda, öldürülen militanların cenazelerini kaldırma bahanesiyle caddeleri, meydanları işgal ederek trafik akışını durdurup gösteri yapan alayişli, nümayişli, taşkın talebe yürüyüşleri çok olduğundan insanlar tedirgindi.

Bunu bilen bazı Nur Talebeleri, cemaat caddeyi doldurduğu için mecburen duran şoförlerin yanına gidip verdikleri rahatsızlıktan dolayı özür dileyerek yan yollardan gitmelerini tavsiye ettiler.

Daha önce hiç şahit olmadıkları bu nezaket karşısında şaşıran şoförler, arabalarını kenara çektiler ve sokaklardan caddeye boşanan kalabalığa bakarak benzerlerinden çok farklı olan cenazenin mahiyetini anlamaya çalıştılar.

Bazı cenaze merasimlerinde olduğu gibi insanlar eli sopalı militanların kontrolü altında zoraki hareket etmiyorlardı. Mensup oldukları grubun propagandasını yapmak için flama takmıyor, bayrak açmıyor, tekbir getirmiyor, slogan atmıyor, alkış tutmuyorlardı.

Cenaze bir hayli uzaklaşmasına rağmen kalabalığın ardının arkasının kesilmediğini gören ve bu alâyişsiz, nümayişsiz vakur gidişe bir mânâ veremeyen şoförlerden biri arabasından inerek kalabalığa yaklaştı.

“Geride daha çok insan var mı?” diye sordu.

“Bilmiyorum ama var gibi görünüyor” dedi içlerinden biri.

Muhatapları üzerinde, zamanın değerini bilen ve boşa geçirmek istemeyen bir kişi olduğu intibâı uyandıran adam; o anda, beklemekten sıkılmanın hiddetinden ziyade, merâkını izale etmek isteyen bir tavır içindeydi.

“Kimin bu cenaze?”

“Büyük bir dâvâ adamının.”

“Ben gayrimüslim bir iş adamıyım. Bu zatın ne dâvâsını merak ediyorum, ne adını. İşim acele olduğundan yolun bir an önce açılmasını bekliyordum. Lâkin cenazeye iştirak eden insanların çokluğunun yanında muhakemeli hareketleri, mütevekkil tavırları ve mütebessim simaları dikkatimi çektiği için tanımak istedim.”

“Elbette, onlar Nur Talebeleri.”

“Ben onlardan ziyade, cenazesinin ardından bu kadar insanı yürüten o zâtı merak ediyorum. Böylesine sevilen bir kişinin peşinden gidilir. Müsaade ederseniz ben de korteje katılmak istiyorum.”

Muhatap olduğu gençler, bu beklenmedik talep karşısında tereddütle birbirlerine bakarken o hiç tereddüt etmeden kalabalığa karışınca, konuşmaya kulak veren birkaç şoför daha cenaze alayına katıldı. Cemaat tabutu omuzlarında taşıdığı için cenaze alayı ağır ilerlediğinden, yol boyu yeni katılanlar kalabalığa ayak uydurmakta pek zorluk çekmediler.

Hâllerinden, vefat eden zatı tanımadıkları, sadece mü’min olmanın icaplarını yerine getirmek için katıldıkları anlaşılıyordu. Mevtanın, Bediüzzaman Said Nursî’nin talebelerinden biri olduğunu öğrenince pek şaşırmadılar. Onun çok büyük bir zat, talebelerinin de İslâm’a bağlı, birbirine tutkun insanlar olduğunu, öyle bir kişinin cenazesine iştirak etmekten dolayı mesrur olduklarını söyleyerek adımlarını hızlandırdılar.

Cenaze alayının bir ucu Eyüp Sultan Kabristanı’na vardığında, diğer ucu Topçular sırtlarındaydı. Hâlleri, tavırları, kılık kıyafetleri, meslekleri meşrepleri farklı olan bu insanlar, hiç görmedikleri ve göremeyecekleri bir kişinin defin mahalline yaklaşamayacaklarını bildikleri hâlde geri dönmediler. Ellerinden cevşeni, dillerinden duâyı düşünmeden o maddî uzaklığı mânevî yakınlıkla telâfi etmeye çalıştılar.

O gün sadece, her seviyeden binlerce insanın iştirakiyle Fatih Camii’nden Eyüb Sultan’a uzanan teşyî seferi sırasında meydana gelmedi bu gibi fevkalâde hâller ve hadiseler. Arzın pek çok yerinde kılınan gıyabî cenaze namazları esasında da benzer hadiseler yaşandı. Arşta vuku bulanlarsa onlardan çok daha farklıydı. Zira, yerdeki teşyiye nisbet, gökte hoşamedi yaşanıyordu.

Arz ve arş sakinlerinin yanı sıra, her hâli ile bahar uyanışı içinde olan nebatât, hayvanât ve bilumum tabiat da bu teşyî ve hoşamedi kafilesine katılmış olmalı ki, o esnada diğer yerler günlük güneşlikken Eyüp Sultan’da çisil çisil yağmur yağıyordu.

Bu hadisenin de tesiriyle semada meydana gelen mânevî hareketler, çeşitli şekil ve renkler hâlinde zâhire aksedince, oraya gelen insanların ekserisinin huşû içinde temâşâ ettiği renkli ve ahenkli bir şehrayin başladı.

Önce hafif esen rüzgâr havayı hareketlendirdi, ardından kendine has özellikleri olan melâike ve ruhaniyât aynı renge girip benzer şekiller alarak yan yana dizilince güzel bir alâim-i sema teşekkül etti. Naaşın defni ile birlikte başlayan bu âhenkli renk akışı, Hazret-i Eyüb El Ensarî’nin kabrininin üzerinden sırma bir kemer şeklinde uzanarak gökyüzüne açıldı ve arzı arşa bağladı.

Bir yanda bu muhteşem manzara tenevvür ederken, diğer yanda onu temâşâ ettikçe şevke gelen kalabalık hareketlendi. O sırada okunan aşr-i şerifleri müteakip önceden indirilen hatimler, yapılan duâlar eşliğinde ruhlara bağışlanarak teşyî merasimi tamamlandı ve cenaze alayı dağılmaya başladı.

O zaman, bu azim cemaatle birlikte kabristana kadar gelen Zübeyir Gündüzalp’in ruhu, önüne açılan semavî hattı takip ederek, mihmandar-ı Nebî’nin kabrini ziyaret etti ve onun muazzez ruhunun refakatinde Arş-ı Âlâya kanatlandı.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*