Yıldız Saraylarına değişilmeyen menzil: Barla

Bir asır evvel, doğunun dağ yamaçlarında koşturan, daha küçük yaşlarda iman ilmini bir rüya-i sadıkada alan nur dolu kalbiyle küçük Said vardı. Yaşının aksine hocalarının hocalarına ders verecek kadar zekâvet sahibi bir Said.

Yıllar geçecek, bütün âlimler arasında nam salacak, Emeviye Camii’nde binlerce âlime Arabî hutbe verecek, bütün âlimleri ilzam edecek, bütün dünyaya adını duyuracak ve Bediüzzaman olacaktı. Vaktâ ki o kasavetli yıllar gelene kadar… Din âlimlerinin asıldığı, kimsenin sesini çıkaramadığı, çoğunluğun boyun büktüğü o kara yıllar… Ama boyun eğmeyenler arasında biri vardı ki, kimseye boyun eğmemiş, eyvallah etmemiş, Rus kumandana gerekli dersi vermiş, mazlûmların sesi olmuş… O ses Bediüzzaman’dı.

O kara yıllar Bediüzzaman’a da işkenceler, hapisler, mahkemeler, sürgünler yaşatmıştı. Hepsinden alnının akıyla çıkmıştı Bediüzzaman. Mahkemelerde hâkimlere hukuk dersi vermiş, hapishaneleri medreseye çevirmiş, gayesinin vatan sathını bir mektep yapmak olduğunu herkese ispat etmişti. Bediüzzaman ismini hak ettiğini asrımıza da göstermişti.

Bediüzzaman mahkemelerden hep beraat edince ve hiçbir dünyevî teklifi kabul etmeyince, memleket memleket sürgüne yollanacaktı. Unutulsun diye, Burdur’un ardından Isparta’nın Barla köyüne sürülecekti. Dinsiz komiteler onun orada unutulup gideceğini düşünecekti. Ama bilmedikleri bir şey vardı; Bediüzzaman hiç yerinde durur muydu? Durmadı elbet. Sanki Cenâb-ı Hak, Bediüzzaman’ı o kasvetli, karanlıklı, karışık siyaset ortamlarından alıp, Barla gibi cennetasa bir mekâna koymuş ve adeta “Ey vazifeli kulum, burada iman hakikatlerini neşret’’ demişti. Barla’ya gelir gelmez iman hizmetine koyulacak, Rum Sûresinin 50. âyetiyle yeniden haşrolmuş gibi, hizmet-i imaniye yeniden farklı bir mana kazanacaktı. O mananın adı Risale-i Nur olacaktı.

İlk zamanlar yalnızdı… Ama hakikî imanı elde edenin kâinata meydan okuyacağını çok iyi biliyordu, hayatı şahitti buna zaten. Yavaş yavaş etrafında imana susayan gönüller artacak, onların adı ise Nur Talebesi olacaktı. Risale-i Nur’u yazacaklar ve neşrinde Bediüzzaman’a yardım edeceklerdi. Hayatları pahasına da olsa onun yanından ayrılmayacaklardı. Said Nursî Bediüzzaman ismini aldığı gibi onlar da “Barla sıddıkları” ile tesmiye edileceklerdi.

Bediüzzaman’ı Barla’da ilk karşılayan çok sevdiği çınar ağacı olacak, ardından Nur serpilmiş dağ tepeleri ona yol olacak, tam tefekkürlük Çam Dağı ise çoğu zaman sırdaşı olacaktı. Barla; insanı, dağı, taşı, ter ü taze havası, dağları, çiçekleri, hayvanları, ‘Barla denizi’ ile Bediüzzaman’ın arkadaşı olacaktı. Çünkü kâinatı tefekkür etmeyi çok seven Bediüzzaman’ı kâinat da çok sevecekti.

Dinsizlerin planı vardı elbet, ama Allah’ın da bir planı olacaktı. Çünkü “Bir insan Allah’a hâlis bir abd olursa, Allah’ın mülkü olan kâinat, onun mülkü gibi olur.” hakikati tezahür edecek ve Cenâb-ı Hak Bediüzzaman’ı Barla’ya emanet edecekti. Barla Bediüzzaman’a sahip çıkacak, Bediüzzaman gaybdan aldığı dersleri yazıya dökecek ve Risale-i Nur meydana gelecekti.

“Oku!” emrine istinaden kâinat okunacak, “Yaz kardeşim!’’ emrini İlâhî bir surette almış gibi Bismillah diyerek Kur’ân hizmetine başlanacaktı. Bismillah her hayrın başı olduğu gibi Nur Risalelerinin de başlangıcı olacaktı.

Daireye yeni talebeler dahil olacak, bu karanlık zamanı aydınlatmaya, kıyamete kadar nurlandırmaya çalışacaktı. Hafız Ahmedler, Sıddık Süleymanlar, Hafız Tevfikler ve diğerleri Bediüzzaman’a iktiran suretinde gönderilen hediyeler olacaktı. Nur postacıları, Nur santralleri, yazanlar, tashih edenler, okuyanlar, anlatanlar gittikçe artacaktı. Ve herkes duyacaktı ki, Bediüzzaman Barla’yı nurlandırmış ve ders aldığı bütün kâinata bu hakikatleri yayacaktı. Dinsiz komiteler bu olanlar karşısında hayrete düşecek, Bediüzzaman’ı başka diyarlara sürecekti. Ama artık anlamışlardı ki Bediüzzaman her nereye gitmişse orayı nurlandıracaktı. Afyon, Kastamonu, Emirdağ ve nice yerler de bundan nasibini alacaktı. Barla misillü oralarda da inkişaflar olacaktı.

Barla ise Bediüzzaman’ın kalbinde, gönlünde, ruhunda öyle bir yer edinecekti ki, “Ben bu menzilleri Yıldız Sarayı’na değişmem” dedirtecekti. Barla Bediüzzaman’ı Bediüzzaman da Barla’yı asla unutmayacaktı.

Yıllar geçecek, bu muhteşem ikiliyi herkes tanıyacak, saff-ı evvel sıddık talebelerin arkasından milyonlara ulaşan, yeni nesillerin de arasında olduğu kalabalık bir topluluğun dikkatini çekecekti. Bir asır evvel bu Risale-i Nur Eserlerinin tohumlarının atıldığı Barla diyarına akın akın ziyaretler yapılacaktı.

Alperenler, Muhammed Saidler, Melihler, Furkanlar, Sefa Canlar, Bedirhanlar, İbrahim Ethemler, Ömer Adnanlar, Enverler, Recepler, Muhammedler de Ömer, Mücahit ve Ahmet abileriyle birlikte mübarek mekânları ziyaret edecekler ve saff-ı evvel ağabeyleri gibi “Sadakte Üstadım!’’ diyeceklerdi. “Demek hep okuduğumuz Risaleler bu güzel yerlerde yazılmış’’ diyerek Barla’yı selâmlayacak, Çam Dağında ailelerine bu güzel manzaralı mekânları dakikalarca anlatacak, “Sanki Allah, Üstadı buraya kitap yazmak için göndermiş” ifadeleriyle hakikatleri anlamaya çalışacak, “Abi biz şimdi Nur Talebesi olduk değil mi?” şeklindeki masumâne cümleleriyle de bu iman hizmetindeki yerlerini alacaklardı. Tıpkı milyonlarca talebenin aynı duyguları paylaştığı gibi…

Barla gezisinde; yolda kılınan namazlar, yapılan tesbihatlar, okunan dersler, söylenen ilâhiler Bediüzzaman’ın sürgün yollarını hatırlatacak, tam tefekkürlük Barla menzilleri Risale-i Nur’un daha ziyade okunmasına vesile olacak, uhuvvet ortamında geçen ve çok keyifli olan bu gezi Barla’ya ilk defa gelmenin heyecanını taşıyan o küçük ruhlarda yerini alacaktı.

Bediüzzaman’ın çocukluğu dağlarda, tefekkürle, ilimle geçmiş ve Barla hayatı da aynı manaları taşıyacaktı. Ve asrımızın küçük Nur Talebeleri de Çam Dağı’nda sanki Bediüzzaman’ın çocukluk haline bürünmüş gibi, “Barla’yı Yıldız Saraylarına değişmeyiz’’ diyerek haykıracaklardı.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*