Yıllar sonra, “Hür adam” filmiyle sinemaya gitmek…

Image

 

Çocukluk yıllarımızda, etrafımızdaki insanlara tabii olarak sinemaya giderdik. O yıllarda, hemen hemen,  Ankara’nın (yazlık ve kışlık) bütün sinemalarına gitmiştik. Tabii, gerek okullarda olsun, gerek cemiyette yapılan yönlendirmeler neticesinde olsun, çoğunluğu bizim kültürümüze ait olmayan; cowboy, Kızılderili, Tarzan, masist, benhur, herkül  v.s gibi yabancı filmler olduğu gibi, yerli filmlerden de; Karaoğlan, Malkoçoğlu, Turist Ömer ve diğer aşk-meşk v.s filmlerini seyretmiştik.

16-17 yaşlarımızda Cenab-ı Hak’kın bizi risale-i nurlarla şereflendirmesinden sonra, artık yavaş, yavaş o haletten uzaklaşmaya başlamıştık. Bu meyanda hatırladığım kadarıyla bir-iki filme daha gitmiştik ve bunların en sonuncusu da, zannederim otuz beş sene kadar önce gittiğim, rahmetli Mustafa Akkad’ın yaptığı ve Peygamberimiz (asm) ın hayatını anlatan “The message= Çağrı”  filmi idi. Ondan sonra, bu güne kadar sinemaya gittiğimi hatırlamıyorum.

Enteresandır, yıllar sonra sinemaya, son gittiğim film olan Peygamberimizin (asm) hayatını anlatan filmden sonra ilk gittiğim film de, onun ahfadından ve bu asırdaki  temsilcisi olan Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin hayatını esas alan “Hür adam”  filmi oldu. Fakat, sinema salonuna girince şaşırdım. O bizim yıllar önce gittiğimiz kocaman sinema salonları küçülmüştü şimdi. Doğrusu, o günler hatırıma gelince, bu mekan bana sinema gibi gelmedi.

Said Nursî’nin filmini yapmak, hiç kolay bir şey değildi. Yıllar önce böyle bir şeyi düşünen veya teşebbüs edenler olmuştu ama, işte zaman, mekan ve üstadın isminden dahi bahsedilmenin, keyfî olarak suç sayıldığı o yıllarda böyle bir şey tatbik sahasına konulamamıştı. 60lı yılların sonu ve 70li yılların başını hatırlayanlar bilir. O yıllarda, daha ziyade “Hz. Ömer’in adaleti” ile meşhur olmuş, “Abdullah Kars” adında, manevi cepheden bir tiyatro sanatçısı vardı. Hz. Ömer’in adaletini, “ibret sahnesi” adını verdiği kendi tiyatrosuyla bütün Türkiye’yi gezerek  oynamışlardı.Hatta, benim kardeşim de o oyunda rol almıştı. Daha sonraları Şule Yüksel Şenler ile de evlenen Abdullah Kars, 1974 senesinde, Said Özdemir ağabeyin ihlas kitabevinde çalıştığım günlerin birinde oraya gelmiş ve sohbet etmiştik. Sohbet esnasında Said ağabeye dönerek, “ ağabey, müsaade ederseniz üstadın hayatını da oynamak istiyorum” demişti. Tabii, bu düşünce gerçekleşememişti…

O zaman taaccüb ettiğimiz şey, bugün gerçekleşmiş oldu Elhamdulillah. Muhterem Mehmed Tanrısver ve ekibinin gayretleriyle, üstadın hayatının çekileceği bir filmden bahsedilince, hem heyecanlanmış, hem de meraklanmıştık. Heyecanımız, üstadımızın daha geniş kitlelere duyurulması açısındandı. Merakımız ise; hayatı zahmetli, sıkıntılı mücadelelerle geçen üstadımızın bu meyanda uğradığı haksızlıklar ve onun karşı cephesinde yer alanlarla olan münasebetlerinden bahsedilip, bahsedilmeyeceği veya nasıl bir şekilde olacağıydı.

Sinemaya ailece beraber gittiğimiz Barla’lı Zafer kardeşimizin, filmin Barla’da çekildiği günlerde olan bazı hadiseleri bize anlattığından, çekim esnasında olan bazı şeyleri biliyorduk.Mesela; üstadın Barla’ya ikinci geliş sahnesinde, onu mızıka-bando takımıyla karşılama senaryosu yapmışlar fakat, o anda Barla’da bulunan risale-i nurun mümeyyiz şahsiyetlerinin “öyle bir şey olmamıştır” ikazı üzerine  vazgeçildiğini söylemişti Zafer kardeşimiz.

Daha film gösterime girmeden, bir sürü kızılca-kıyamet kopartılmış, özellikle de M. Kemal ( o zaman Atatürk  diye anılmıyor daha) ile olan sahneye, Kemalist hokkabazlar itiraz etmişlerdi. Onlara göre fani şahıs kutsaldı ya, en çok ondan olacak her halde itirazları. Bu ve başka sahneleri , filmi seyrettikten sonra görüşlerimizi dile getiririz diye düşünmüştük.Gerçekten, zor olan bir şey yapılmıştı, Allah razı olsun müsebbiblerden.  Yani kaidedeki taş yerinden oynatılmıştı bir defa. Bu bakımdan bayağı mühim bir mesele. Ama, gördüğümüz ve tesbit edebildiğimiz bazı şeyleri de ifade etmemiz lazım.

Filmde, tarih açısından kopukluklar var. Yani, kısa kısa  geçişler yapılarak da olsa,  kronolojik olarak devam etseydi daha güzel olurdu. Biz bildiğimiz için anlayabiliyorduk, ama bilmeyenler açısından tarihler arasında bir ileri, bir geri gitmek bazılarınca anlaşılmayabilir. Üstad ve saff-ı evvel ağabeylerin giyim-kuşamları ve özellikle de ağabeylerin başlarına şapka koyulması  biraz garip geldi. Örf-i idare mahkemesindeki üstad görüntüsünde sarığı sol tarafa sarkıtılmıştı. Halbuki sarıktaki sünnet olan ölçünün, ya sağ taraf veya iki omuz arasında arkaya atılacağını çok iyi bilen ve iyi bir sünnet-i seniyye takipçisi olan Said Nursî’ye, bu kısım uymamıştı. Yine , M. Kemal ile olan sahnede bacak bacak üstüne atma hali, bizim nurculuk âdetimize pek uyan bir şey değil gibi. Mahkeme salonunda, talebelerin sarıklarını çıkarıp bağırmaları, hapishanede gardiyanlarla kavga etmeleri, üstadın “müsbet hareket” metoduna uyan şeyler değil.  Çanakkale gazisi ve rütbesi “ Albay” olan Rahmetli Hulusi ağabeyden “yüzbaşı” olarak bahsedilmesi. İstanbul mahkemesinde üstadın anne ve babasının görüntülenmesini de anlayamadım . Öyle bir şeyin olduğunu zannetmiyorum.

M.Kemal ile olan en meşhur “namaza dair”  muhaveresi kayıtlarda, Mecliste ve 50-60 mebusun (milletvekilinin ) içinde ve başkanlık divanında olmuşken, ikisi arasında yapılan, baş başa bir görüşmede meydana gelmiş gibi göstermek de biraz garip geldi bize.Yine M. Kemal’in ifadesi olarak belirtilen, ama doğruluğu su götüren gazete  haberinin o filmde verilmesinin maksadı neydi ? Biz, Said Nursî’yi mi anlatıyoruz, M. Kemal’i mi ? Yani ikisini barıştırmak veya paralel gibi göstermek olarak anlaşılacak bir görüntü, hoş olmamış.

Hulâsa;  Eksik ve yanlışlıklar olsa da, yine de bir tabuyu yerinden oynatmak, üstadı geniş kitlelere tanıtmak açısından tebrike şayan bir şeydir yapılan. Tabii, dediğimiz gibi kolay değil bunları yapmak. Biz de burada, tenkid edici bir düşünceden ziyade, üstadımızla bağdaşmayan şeyleri nazara vermek istedik.

Filmden dolayı meydana gelen hadiselerden sonra,  yapılacak işlerin başında bizce, mustakim ve ehl-i ihtisas bir hey’et tarafından üstadın geniş bir tarihçe-i hayatının, yeniden yazılmasının iyi olacağı düşüncesi hasıl oldu. Başta , risale-i nur külliyatından olan ve üstadın sağlığında onun kontrolünden geçen  tarihçe-i hayat olmak üzere, şimdiye kadar bu mevzuuda yazılan bütün kitapları kaynak olarak alıp yapmak lâzım bu işi. Ayrıca, yine sağlam ve nur talebelerinden bu konuda ehl-i ihtisas bir ekibin senaryosunu hazırlayacağı yeni bir “Bediüzzaman” filminin yapılması zaruret olmuştur düşüncesindeyim.Tekraren şunu söylemek gerekirse, bu sahada öncülük yapıp, bir çığır açan Mehmed Tanrısever ve ekibini, bu gayret ve fedakârlıklarından dolayı tebrik ediyoruz.

Image

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*