Yirmi Beşinci Devâ

Hastalar Risâlesi’nin başında öyle bir gönül alıcı giriş yapar ki Üstad, hastaları aklen ve ruhen teslim alır: “Bu manevî reçete, bütün yazdıklarımızın fevkinde bir sür’atle te’lif edildi; Evet Rüştü, Evet Re’fet, Evet Hüsrev, Evet Said.”

 

Haif naif bir hâlette bu satırları okurken farkında olmayarak sesli tebessüm ettim; tevazu bu kadar olur, kendini kardeşlerine tercih etmek bu kadar olur, incelik bu kadar olur; müellif kendi eseri hakkında hükmü kendi vermiyor, kardeşlerini tercih ediyor, onları şahit tutuyor, kendi adını da en sona yazıyor…

Onu erişilmez kılan da bu; hikmet kadar şefkatte de ileri, şefkat kadar hikmette de ileri; öyle incelikli bir denge kurmuş ki düşündürürken bile tebessüm ettiriyor… Karşısındakilerin hasta olduğunu biliyor; böyle bir başlangıçtan sonra hangi hasta içmez; şuur altını temizleyen o tatlı şurupları. Hikmeti ve şefkati satırlarda gezen, sözde kalan değil hayatını kuşatan hâl ve yaşantı olduğundan, okuyucu şuurun bütün kapılarını açıyor ona; direkt şuur altına akıyor söyledikleri.

Üstad sen Üstadsın, Bediüzzaman’sın; seni methetmek bile yakışmıyor; af buyur…

En hoşlanmadığın şeylerden biri de methedilmek; kaç talebeni bundan dolayı tardetmişssin; yine kusura bakma. Sadece tevazu değil yaptığın, bir sistem inşâsı; nazarları cemaat şahs-ı mânevîsine ve Risâle-i Nur’lara çevirmek… Manevî hastalıklardan tam iyileşemedik ki bunu hâlâ anlayamadık; bizi yine talebe kabul eder misin? Elimizden tutup bizi Kur’ân talebeliğine taşır mısın Üstadım?

Nasıl ki doktor, şurupları içilmesi için sabah, öğle, akşam veya sabah akşam verir; öylesi bir içişle içiyorum devaları; Yirmi Beşinci Lem’a’nın Yirmi Beşinci Deva’sına geldim;—aklım soruyor bu arada neden yirmi beşinci lem’a ve yirmi beş deva diye—teenni ile acele etmeden, nasıl olsa evde istirahattayım.

İfadesi zor bir şey, nasıl bir mânâ ve hal yüklenmesi olduğunun; hasta olup da ihtiyaç duyarak okuyanlar anlar desem belki biraz anlaşılır. Zihnî karışıklık, kalbî karanlıkla bu kadar oluyorsa, aydınlanmış bir akıl, hüşyar bir kalp ile okunsa nasıl bir etki yapar; bu hâlimle anlayamıyorum.

Anlamıyorsanız da okuyun demesini şimdi biraz daha iyi anlıyorum; Nur Risâle’leri sadece şuura hitap etmiyor, şuur altını da yeniden tanzim ediyor… Bu bağlamda Risâlelerin tamamı “Hastalar Risâlesi” desek yanlış olmaz sanırım. Hasta ve gaddar asrın insanlarını tedavi eden edviyeler; ism-i Rahîm ve Hakîm’den dökülen Nur Risâleleri…

Kur’ân şifa; onun okunması şifa, ondan akan Risâle-i Nur’lar şifa; onunla meşguliyet devâ; okumak, yazmak, anlatmak, her halde onunla hallenmek…

Ne şükür edilesi bir nimet ve şifa Kur’ân’la tanışmak, Hz. Peygamber’e (asm) ümmet olabilmek; ölülerin ve ölgünlerin yaşadığı karanlık asırda bize Kur’ân’ı ve Peygamberi öğreten Bediüzzaman ve Risâle-i Nurları tanımak.

Ya Şâfî, Ya Şâfî, Ya Rahman, Ya Rahman: Bize madde ve mânâda acil şifalar ver; ömrümüze bereket ihsan eyle, hayatın ve ölümün hayrını göster; buradaki dostlar kadar kabrin arkasındaki dostlarla da ünsiyet ve aşinalık ver.

Kaldığım yerden devam ediyorum; Yirmi Beşinci Deva.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*