Garip bir ülke… AB’nin ellerinden tutup çektiği, Asya’nın ise ayaklarından yakaladığı Türkiye’den bahsediyoruz. Kütüğüne veya siciline baktığınızda Asyalı, bugünkü yaşayışına ve çocuklarının hâline baktığınızda Avrupalı diyorsunuz. Her iki kıta ile de tam barışık değil.
AB kriterleriyle Kemalizm ilkeleri arasına sıkışmış bu coğrafyanın hangi cihete ait olduğu henüz bilinmiyor. Söylentilerle realitelerin birbirini tutmadığı bir yakın tarihe sahip bu ülkenin bir serüveni var: Avrupalılaşmak… Önceleri küçük bir meyil iken, sonradan aydınların tutkusu olmuş. Sonra da Asya’nın dinine, örf ve kültürüne karşı olmak Avrupalılaşmanın simgesi haline gelmiş. Hatta diyebiliriz ki; Cumhuriyeti kuranların görünen ve seslendirilmiş biricik felsefesi Avrupalılaşmaktı. Bu fikir, Türkleşme, muasırlaşma ve Avrupalılaşma şeklinde sloganlaştırılmıştı. Asyanın, dininden, kültür ve örfünden kurtulup Avrupalılaşmak, o günkü Kemalizmin ana felsefesiydi.
Gel zaman-git zaman genç cumhuriyetin–şimdi artık genç değil–ideolojisi olan Kemalizm dünyadaki gelişmelerle birlikte gizlice rota değiştirdi. Avrupa’daki insanlığın fıtrî mecrasına dönüş teşebbüsleri, hakîkî Hıristiyanlığın buradaki yükselişi ve teknolojinin diktatörlük, kapalılık ve takiyyeye imkân tanımamasıyla birlikte, bizdeki Avrupa meftunları Avrupalılaşmayı mahzurlu görmeye başladılar. Daha doğrusu AB kriterlerini Kemalizm ilkelerinden ziyade İslâmiyetin insaniyet prensiplerine yakın gördüler. Halbuki geleneksel Avrupalılaşma hareketinin özünde “İslâm karşıtlığı” vardı. Bu sebeple yakın zamanlara kadar gizlice ve şu son senelerde de aşikâre bir Avrupa düşmanlığına girmiş bulunuyorlar.
AB kriterleri Kemalizm ilkeleriyle çelişiyordu. Avrupa, değer ve prensiplerini halkıyla iştişare ederek ortaya koymaya çalışırken, Kemalizmde halk yoktu. İlkeler, tartışılması bile yasaklanmış dogmalar halinde millete sunulmuştu, mutlak doğruluğu vardı. AB kriterleri esas alınacak olsaydı, milletin inisiyatifi söz konusu olacaktı. Bu da İslâmın tekrar canlanması anlamına gelecekti ki, bunca seneler ve emekler heba olacaktı. Hürriyet ve demokrasi kanalıyla millet, ülke servetinin adaletli dağılımından bahsedecekti. Bu ise, kendilerini seksen seneden beri Osmanlı sultanları ve vüzerası yerinde gören hanedan mensuplarına ters geliyordu. Saltanatlarının imkânlarını kısıtlayacak, mahiyetlerini halka gösterecek ve geçmişteki hatalarını deşifre edecek bir AB ortaklığı onlar için çok tehlikeli olacaktı. Hanedana tehlikeli olan, Türkiye için de tehlikeliydi. Hanedanın bağımsızlığıyla Türkiye’nin bağımsızlığı eşdeğerdeyken ellerindeki yetki ve menfaatin millet lehine azaltılması, Türkiye’nin bölünmesi anlamına da gelebilirdi. Bugüne kadar Anadolu’nun büyük bir kısmını ve bilhassa Şarkı atanmış vekillerle idare edenlerin idaresine milletin ortak olması fecaat olurdu. AB kriterleriyle millet, istemediği dinsizlik, ahlâksızlık ve sefaheti teşvik edici yayınlara ve uygulamalara engel olacaktı. Bu ise “ulusal tahrip projesinin” çökmesi demekti. Türkiye’de dinsizliği, ahlâksızlık ve tahribi organize eden müesseseler devletten yardım alamayacaklardı. Pespaye ve ahlâksız bir resim, reklâm adına beş sene boyunca aynı panoda teşhir edilemeyecekti.
Buna benzer binlerce sebepten dolayı, kendisini devletin yerine ikame etmiş ideolojinin ateşin mensupları AB ortaklığına karşı çetin bir mücadeleye giriştiler. Milletin tepkisini çok çekmeyecek şekilde projelenen bir taarruza, devletin en tepesinden başlayarak tüm birimlerini alet etmeye çalıştılar. Hedef, millet iradesine giden demokratik yolun açılmasını engelemekti. Zaten AB´nin de onlara yapacağı en büyük kötülük, idaredeki iradenin millete devriydi. Şu son türban tartışmalarında sesini yükseltmeye başlayan kamuoyu Kemalizmi paniğe sevk edince, Akkoyunlu Uzun Hasan gibi dışardan yardım almaya başladılar. Gerçi bu yardımın Avrupalılaşmanın düğmesine basıldığı günden beri yapıldığına inananların sayısı az değil. AB içindeki tahribatçı, maddeci Avrupa’nın başlattığı türban karşıtlığı da söz konusu yardımın görünen son şeklini arz ediyor. Hatta Kemalizmin Türkiye´deki başarısının arkasında, tahribatçı ikinci Avrupa ile New York çetesinin dehşetli çalışmaları olduğunu da söyleyebiliriz.
Düne kadar AB ile Müslümanlar arasında düşmanlık üreten çevrelerin işi bozulunca, Kemalistlerin de rahatı iyice kaçtı. Otuz-kırk seneden beri toptan Avrupa düşmanlığı yapan siyasal İslâmcıların güçten düşmeleri, AB ile İslâm âlemi arasındaki hakîkî karabetin keşfine sebep oldu. Modern Türkiye’nin medeni yüzü olarak bugüne kadar lanse edilmiş Kemalizmin yerini insaniyet-i kübra (en büyük insanlık) olan İslâmiyet almaya başlayınca AB yolculuğuna çıkmış ülkemize içten-dışdan darbeler artmaya başladı. 11 Eylül’le birlikte hayal âleminden ayrılan Arap âleminin, İsrail’den dolayı New York´lu dinozorlarla dinsiz Avrupalılara karşı dik duruşu, Kemalizmi Asya coğrafyasında yapayalnız bıraktı.
Ülkemizi bir yandan Kemalizm ve İkinci Avrupa, diğer yandan insaniyet temsilcileri, Hıristiyan ve Müslüman ittifakı karşılıklı çekiştirip duruyorlar. Halkın tercihi AB kriterleri olunca resmî ideolojinin mensupları iyice hırçınlaştılar. New York çetesinin sömürgecilik dürtüsüyle yaptığı yardımlar da Kemalizmin ayakta kalmasına yetmeyecek. AB´nin menfaatini düşünen Avrupalılar Türkiye’yi mutlaka yanlarında görmek istiyorlar. Ayrıca Orta Asya ve Ortadoğu´daki vahşet manzaralarının sona ermesi de Türkiye´nin bu büyük aileye katılımıyla mümkün görünüyor. Aksi halde okyanuslar ötesinden hasis menfaatleri için gelip Asya’yı kana bulayanlar daha nice annelerin yüreklerini dağlayacak ve milyonlarca çocuğu öksüz ve yetim bırakacaklardır. Medenî ve tecrübeli kıt’anın ekonomik ve askerî gücünü dünya barışı yolunda kullanması da Türkiye´nin bu Hıristiyan dünya ile bir araya gelmesine vesile olacaktır. Yol ayrımındaki Türkiye AB´ye mi yönelecek, yoksa hanedanın mengenesindeki hayatına devam mı edecek? Bunu önümüzdeki günler gösterecek.
Benzer konuda makaleler:
- Derviş veya hanedanda oynaş
- Doğu değil, Türkiye açılımı
- Demokrasiye karşı Kemalist direniş
- Hanedan sıkıntılı
- Avrupa´da ki gençlerimize Türkçülük dersleri
- Barış ve Kardeşlik programımıza davetlisiniz
- Ölmüş rejimin bekçiliği
- Turuncu devrimin mengenesindeki Türkiye…
- “Model ülke veya modern İslâm´´
- İstanbul´lu Prens!…
Almanya İslam Konseyi Din Şurası Sözcüsü / Eğitimci – Yazar
İlk yorum yapan olun