Yol ikidir

abdil-yildirimİnsan hayatı uzun bir yolculuktan ibarettir.
Bediüzzaman’ın ifadesiyle, “İnsan bir yolcudur, sabavetten gençliğe, gençlikten ihtiyarlığa, ihtiyarlıktan kabre, kabirden haşre, haşirden ebede doğru yolculuğu devam eder”. Bu uzun yolculuğun en önemli kısmı, kabir kapısına kadar olanıdır. Oraya varıncaya kadar yollar pek çok kollara ayrılır. Hatta, her adımda çatallaştığını görürüz.

Her yol ayrımının başında dâvetçiler bulunur ve yolcuları kendi yollarına dâvet ederler. İşte bir yolun başında zamanın Ebûcehilleri toplanmışlar, insanları inkâra, isyana ve cehalete dâvet ediyorlar. Öbür yolda Nemrutlar ve Firavunlar bir araya gelmişler, herkesi gurur, kibir ve enaniyete sevk etmek için uğraşıyorlar. Bir başka yol kavşağında dessas zalimler pusu atmışlar, mazlûm ve masum insanları zulümât tuzaklarına düşürmek için çalışıyorlar. Şu geniş caddenin başına ise, Deccallar ve Süfyanlar karargâh kurmuşlar, nefsin hoşuna gidecek cazip tekliflerle herkesi dalâlete dâvet ediyorlar. Bu dâvetlerini ise, fen ve felsefenin imkânlarını kullanarak yaptıkları için bunlar daha fazla başarı sağlıyorlar. Çünkü deccalizm, hem hile ve aldatmakla, hem de zulüm ve istibdatla iş gördüğünden daha fazla insanı kendi yollarına sevk ediyor.

Bu kadar çok yol ayrımı varken ve her yolun başında da böyle dessas dâvetçiler bulunurken, insanın doğru yolu bulması hiç de kolay değildir. Sadece akıl feneri ve cüz’î irade pusulası ile hareket edenler, hangi yolun saadet ve selâmet yolu olduğunu kolaylıkla tayin ve tesbit edemezler.

Hayat yolları pek çok kollara ayrılsa da, bütün kollar iki ana güzergâha çıkar. Bediüzzaman Hazretleri’nin “temsili hikâyecik”lerinde olduğu gibi, “yol ikidir.” Biri sağ, biri sol yoldur. Her ikisi de kısalık ve uzunlukta birdir. Sonuçta ikisi de kabir kapısına çıkar. Ama oraya varıncaya kadar takip edilen güzergâhlar, insanın ebedî hayatını tayin eder.

Cenâb-ı Hak, merhametlilerin en merhametlisi olduğu için, kullarını bu karmaşık yollarda rehbersiz ve pusulasız bırakmamıştır. İşaret levhaları ile insanları selâmet yoluna sevk ettiği gibi, yol kavşaklarında durup insanlara doğru yolu gösteren hidayet elçileri tayin etmiştir. Ayrıca, günde beş defa okunan ezanlar da insanları felâha ve kurtuluşa dâvet etmektedir. Burada insana düşen vazife, semavî kitaplarda ve özellikle Kur’ân-ı Kerîm’de gösterilen işaret levhalarına riâyet etmek ve sâdık elçilerin tavsiyelerine uyarak onların gittikleri yoldan gitmektir.

Firavunun karşısına Hz. Musa’yı (as), Nemrudun karşısına Hz. İbrahim’i (as), Ebû Cehil’in karşısına Hz. Ebubekir’i (ra), Deccal’ın karşısına Hz. Mehdi’yi çıkarmıştır. Öbürleri dalâlet yoluna çağırırken, berikileri hidayet yoluna dâvet etmektedirler. Cenâb-ı Hak insana akıl ve irade gücü vererek ipini serbest bıraktığından, isteyen istediği yolu tercih etmektedir. Ama yolda karşılaşacağı zorluklardan ve sonunda varacağı yerde göreceği mükâfat ve mücâzattan da insan kendisi sorumlu olacaktır.

İnsan sefahat yolundaki dâvetçilerin sesine kulak verirse, görünüşte rahat gibi başlayan yolculuğu, ilerde başına çok belâlar açar. Kabir kapısına varıncaya kadar bile hayatı zehir olur. Çünkü her sesten irkilir, her gölgeden korkar. Adım başı bir tehlike ile karşı karşıya gelir. Her köşe başında haramilerin yolunu kesme ihtimali vardır. Buna karşı kendisini koruyacak bir silâhı ve istinat edeceği bir güç de yoktur.

Akıl odur ki, selâmet yolu dururken dalâlet yolunda gitmez. Zira “Zararsız yol, zararlı yola—velev on ihtimalden bir ihtimal ile olsa—tercih edilir.”

Bediüzzaman Hazretleri’nin ifadesiyle, “İşte sana iki yol, istediğini intibah edebilirsin. Tevfîkı Erhamürrahimin’den iste…” (Beşinci Söz)

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*