Yoldaki işaretler

Hayat bir serüvenden ibaret… İnsanlar ise bu serüvenin en önemli varlıklarıdır. Yolumuz bellidir.

Yolcuyuz…
Bunu bir kahra dönüştürmeden devam ettirmeliyiz. “Böylesi hak mı ve maslahata uygun mu?”
Bu insanın en önemli endişesidir. Hep doğruyu, hep iyiyi ararız yıllar boyu. Eşyalarımızı sigortalatırız.
Ya ebedî âlemin sigortası? Bunu bir çok insan es geçer. Hayat böylesine akıp giderken, yoldaki işaretlerimiz vardır.

Akıl bunun anahtarıdır.
Sa’d-ı Taftazânî, iman için “Cenâb-ı Hakk’ın, istediği kulunun kalbine, cüz-ü ihtiyarının sarfından sonra ilka ettiği bir nurdur” der. Ne anlama gelir?

Bu şu anlama gelir: İnsan talep etmeli, sonra Cenâb-ı Hak tarafından iman kalbine aktarılır.
Bu bir temennî ve ve niyazdır. Duâ ve tazarrudur. İnsan bunda ısrarlı olmalıdır. Allah’ın hazinesi de geniştir.
İşte Bediüzzaman bu maksadın tam ortasındadır. Risâle-i Nur’daki esrarlı hakikatler bunu işaret eder.
İlk okuduğum Meyve Risâlesi idi. O geceyi hiç unutamam.

Arkadaşımın verdiği bu kitap tam bir lezzet ve ahenk timsâli idi. Kimse bunu hafife almamalı. Her şey talebe bağlı.

“Bir sene bu risâleleri ve bu dersleri anlayarak ve kabul ederek okuyan, bu zamanın mühim, hakikatli bir âlimi olabilir” demişti Üstad…

Daha neler söylemişti? Neler söylemedi ki?
Sadece bu ülke insanının değil, bütün insanlığın manevî yaralarına tam bir derman olmaya devam ediyor.

Adına kurulan enstitüler, vakıflar ve dershaneler… Nurları tanıdığına ve bütün himmetini ona hasrettiğine pişmanlık duyan hiçbir kimseye rastlamadım. İman merkezli bir hizmettir bu. İçinde hayatın bütün yol işaretleri vardır.

Öğretim görevlisi, esnaf, işçi, ev hanımı, gençler ve çocuklara yönelik nice önemli hakikatler vardır.
Her insanın ihtiyacına cevap verir. Dost-düşman hiç fark etmez. Hayatı bir destandır.
Kıskanmaya ve çekinmeye hiç gerek yok. Kaprislere lüzum yok.

Az bir emek ile hayatınız değişir.
Onu sadece bir hafta anmak yetmez. Bu sadece bir fert işi değildir. Manasız bir ideoloji hiç değildir. Asrın müceddididir. Buna hiç şüphe yoktur.

Velâyetten beklenen ne varsa hepsi onda vardır. İşte yüz yılı aşkın damgasını vuran ses budur.
Başka bir şey değil. “Mevtim hayatımdan ziyade dine hizmet edecek” demişti. Gerçekten öyle oldu. Onun idamına hükmedenlere bile hakkını helâl etmişti. Mesleği şefkat idi, muhabbet idi, fakr idi, ümit idi, şevk idi. Hep ümit ve heyecan vardı hayatında. Ona sataşanlara aldırmadı.

Ne zehirlenmeler, ne tarassutlar onu yolundan ayıramadı. Onun dünyasında gününü gün etme gibi pespaye emeller yoktu. Hep ileriye bakıyordu.

“İstikbaldeki insanlar ile konuşuyorum” demişti. Ve bu millet onun aziz hatırasına sahip çıktı.
Şimdi bize düşen onu iyi anlamaktır. Onu iyi yaşamaktır. O hiçbir şeyi farazî şeyler ile söylememiştir.
“Bana yazdırıldı, ihtar edildi” denildiği halde, bir takım tevillere sapmak neyin nesidir?
Biz bu dâvâya sımsıkı yapıştığımız ve ittihadı muhafaza ettiğimiz zaman hep başımız dik oldu.
Ne zaman tali yollara sapıldı, işte o zaman çatlaklar baş gösterdi.
Yoldaki işaretler hep onu haklı çıkardı. Ve haklı çıkaracak inşallah.
“Yanlışlık, tatbik-i nazariyat ve mukteza-i hâli düşünmemekten çıkar” dememiş mi idi?
Ve öyle oldu.

Bizim tek noktamız istikamettir. Bu şekilde giderken yoldaki işaretler hep rehberimiz olacak.
Tâli yollara girmeyeceğiz. Cadde-i Kübrâ’dan ayrılmayacağız inşallah.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*