Yolların ayrıldığı nokta: Hangi hilâfet?

Yollar, yollar, yollar… Yollar vardır götürür. Yollar vardır öldürür. Yollar vardır ağlatır. Yollar vardır güldürür. Yollar vardır kavuşturur. Yollar vardır ayrıştırır, doğruluğa ulaştırır.

Kur’ân’ın ilk sûresi Fatiha’da “doğru yol”u istememiz öğretilir. Daha sonraki sûrelerde ise sağ ve sol yoldakilerin özelliklerine vurgular yapılır.

Bediüzzaman birçok konuda bahsettiği gibi Küçük Sözler kitabındaki Sekizinci Söz isimli bölümde yolların ayrıldığı noktaya dikkati çeker. Hz. İbrahim’in (as) Suhufunda geçtiği1 de belirtilen temsil şöyle başlar:

“Eski zamanda iki kardeş, uzun bir seyahate beraber gidiyorlar. Gitgide tâ yol ikileşti. O iki yol başında ciddî bir adamı gördüler. Ondan sordular: ‘Hangi yol iyidir?’ O dahi onlara dedi ki: ‘Sağ yolda kanun ve nizama tebaiyet mecburiyeti vardır. Fakat o külfet içinde bir emniyet ve saadet vardır. Sol yolda ise serbestiyet ve hürriyet vardır. Fakat o serbestiyet içinde bir tehlike ve şakavet vardır. Şimdi intihabdaki ihtiyar sizdedir.’”2

İki yol başında ciddî bir adam!

Sağ yolda “kanun” ve “nizam”a tabi olmak var. Sonuçta bu külfet içinde “emniyet” ve “saadet”.

Sol yolun durumu cazip, çekici, “serbest” ve “özgür”. Fakat o keyfi hareket içinde “tehlike” ve “şekavet” bulunuyor.

Doğru olanı hangi yol? Serbestlik ve dilediğince davranmak hoş gözüküyor. Kanun ve nizama uymak ise biraz sıkıcı. Biraz değil gerçekten insana zor geliyor. Kanun ve nizama uymadan emniyet ve saadeti beklemek de ciddî bir safderunluk.

Bizim için iki yol başındaki temsildeki ciddî adam, Peygamberimiz Hz. Muhammed’dir (asm). O’nun (asm) ümmetine karşı şefkati zirvededir. O’nun (asm) ümmetine karşı merhameti zirvededir. Ortaya koyduğu genel içindeki özel olaylarda bile ümmetinin saadeti için ipuçları verir, yol gösterir.

Bunlardan birisi de hilâfet meselesidir. Hilâfet meselesi imana ait bir mesele olmamasına rağmen o kadar önem verilmiş ki iman meseleleriyle birlikte bahsedilir olmuştur.3 Hazreti Muhammed (asm) bu konu ile ilgili “Şüphesiz hilâfet benden sonra otuz sene sürecektir”4 der.

İlk dört halife Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali (Allah onlardan razı olsun) ve beşincisi olan Hz. Hasan’ın (ra) birkaç aylık hilâfetiyle birlikte bu süre yirmi dokuz yıl altı aydır. Sonrasında ise Hz. Hasan (ra) iki büyük İslâm cemaatinin barışını temin eder. Dedesinin, “Şu benim oğlum Hasan, seyyiddir. Allah onun vasıtasıyla Müslümanların iki büyük ordusunu barıştıracaktır.”5 şeklindeki gelecekle ilgili haberini tasdik etmiş olur. Bu noktadan sonra hilâfet saltanata dönüşerek devam eder. Diğer bir deyişle “nübüvvetin hilâfeti”6 yerine, “saltanatın hilâfeti” gelmiştir. Yürürlükte olan saltanatın hilâfeti nübüvvetin hilâfetinin yerini dolduramamıştır. Saltanatın hilâfetiyle ilâhî kanun ve nizamlar zaman zaman az veya çok çiğnenmiştir. Bunun tabiî sonucu olarak toplumdaki emniyet ve saadet ortadan kalkmıştır. Bu ince ayrım bilerek veya bilmeyerek dikkatlerden kaçırılıp her zaman “saltanatın hilâfeti”ne destek olunması Müslümanlara önerilmiştir.

Halbuki esas olan hilâfet “nübüvvetin hilâfeti”dir. Sağ yoldaki kanun ve nizama tabi olmaktır. Bunun sonucunda emniyet ve saadet vardır. Bizi emniyet ve saadete götürecek olan “nübüvvetin hilâfeti”ndeki kanun ve nizamlar nelerdir? Bu yolun düsturları hangileridir? Bu kanunlar, düsturlar, kaideler âyet ve hadislerde açık ve nettir. Nübüvvetin hilâfetinde “güçlü olan haklı” değildir. Nübüvvetin hilâfetinde “haklı olan güçlü”dür. Bu noktada hakkın küçüğüne büyüğüne bakılmaz, hak haktır.

Nübüvvetin hilâfetinin düsturlarının başında adalet gelir. Adalet Kur’ân-ı Kerîm’in dört temel esasından birisidir. Adalet olmazsa olmaz bir kuraldır. Bu, Maide Sûresi 32. Âyette şöyle yer alır: “Kim bir cana kıymamış veya yeryüzünde fesat çıkarmamış birisini öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibidir.”7

Bir diğer kanun Kur’ân-ı Kerîm’de “Birinin günahıyla başkası mesul olmaz. / Birisinin cinayetiyle başkaları, akraba ve dostları mesul olamaz”8 şeklinde geçer. Konu ile ilgili âyetlere başkalarını da ilâve etmek mümkündür. Nübüvvetin hilâfetinin sahibi Peygamberimiz Hz. Muhammed (asm) “Memuriyet bir hizmetkârlıktır”9 der. Memuriyetin bir hâkimiyet ve benlik için tahakküm aleti olmadığını söyler.

İslâmiyetin sosyal hayata dair bir kanununu da şu hadisin hakikatı ortaya koyar: “Mü’min için mü’min, sağlam yapılmış bir binanın birbirine kuvvet veren elemanları gibidir.”10

Bu ve benzeri Kur’ânî ve nebevî düstûrlara sahip çıkmak “nübüvvetin hilâfeti”ne sahip çakmaktır. Kur’ânî ve nebevî düstûrların aksi saltanatın hilâfetine sahip çıkmaktır. Saltanatın hilâfeti ise dünyada saltanat olabilir, ama ahirette bunun bir değeri yoktur.

İşte yolların ayrıldığı nokta: Saltanatın hilâfeti mi, yoksa nübüvvetin hilâfeti mi?

Sadettin Önal

Dipnotlar:
1- Nursî, Bediüzzaman Said. Sözler, s. 1260.
2- Nursî, Bediüzzaman Said. Sözler, s. 60.
3- Nursî, Bediüzzaman Said. Lem’alar, s. 40.
4- Nursî, Bediüzzaman Said. Lem’alar, s. 69. Münavî, Feyzü’l-Kadir, 3:509; Fethu’r Rabbanî, 23:10;
5- Buharî, Fiten: 20, Sulh: 9, Fezailü Ashabin-Nebî: 22, Menakıb: 25;
6- Nursî, Bediüzzaman Said. Lem’alar, Yeni Asya Eylül 2005, s. 65.
7- Maide Sûresi (5): âyet 32.
8- En’am Sûresi (6): âyet 164.
9- Nursî, Bediüzzaman Said. Emirdağ Lâhikası II, s. 760. Miflkâtü’l-Mesâbih, hâdis no: 3925; Fethü’l-Kebîr, 2:195;
10- Nursî, Bediüzzaman Said. Emirdağ Lahikası II, s. 763. Buhârî, Salât: 88; Neseî, Zekât: 67.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*