“Yüce Divan hüllesi”

Referandumda oylanan ve kabul edilen anayasa paketindeki en problemli ve sıkıntılı maddelerden biri, genelkurmay başkanı ile kuvvet komutanlarının Yüce Divanda yargılanmalarını öngören düzenlemeydi.

Bu değişiklikle, Anayasa Mahkemesinin Yüce Divan sıfatıyla yargılayacağı kişilere TBMM Başkanı, genelkurmay başkanı ve kuvvet komutanları da eklendi.

(Maddenin önceki haline göre listedeki diğer kişiler Cumhurbaşkanı; Bakanlar Kurulu üyeleri; AYM, Yargıtay, Danıştay, Askerî Yargıtay ve Askerî Yüksek İdare Mahkemesi Başkan ve üyeleri, Başsavcıları, Başsavcıvekilleri, HSYK ve Sayıştay Başkan ve üyeleriydi.)

Biz bu konudaki eleştirimizi “Genelkurmay başkanı ile kuvvet komutanlarının, Yüce Divanda yargılanma gerekçesiyle Cumhurbaşkanı, Meclis Başkanı ve Başbakana denk bir anayasal statüye kavuşturulmaları, sivilleşme gereğiyle çelişen bir düzenleme” diyerek ifade etmiştik.

(Yeni Asya, 18.7.10; “Paketin tümü” yazımız.)

Asıl yapılması gereken, genelkurmay başkanını Millî Savunma Bakanına bağlamak iken, fiiliyatta ne şekilde işleyeceği de belirsiz olan yargılanma prosedürü açısından, komutanları bakanla eş bir statüye taşımak, olacak şey değildi.

Ama oldu. Böylece, uygulamada Savunma Bakanını adeta “Genelkurmay’ın memuru” konumuna düşüren sistem daha da muhkemleşti.

Eğer referandumda paketteki maddeleri ayrı ayrı oylama imkânı verilmiş olsaydı, bu düzenlemeye kesinlikle red oyu kullanılması gerekirdi.

Verilmediği için, pakete verilen yüzde 58 kabul oyu ile bu maddeye de “evet” denilmiş oldu. Böylece komutanlar anayasal statüye kavuştu.

Son günlerdeki gelişmeler ise, maddenin önceden öngörülüp fark edilemeyen bir başka önemli sakıncayı daha içerdiğini ortaya koydu.

Bu durum, Deniz Kuvvetleri eski Komutanı Özden Örnek’in şimdiye kadar Ergenekon dâvâsı bağlamında mütalâa edilen darbe günlüklerinin İstanbul Başsavcılığı tarafından verilen görevsizlik kararı ile bu kapsamdan çıkarılıp Ankara’ya havale edilmesi üzerine ortaya çıktı.

Oysa Ergenekon savcılarından biri, bu günlüklerde anlatılan ve Ayışığı, Yakamoz, Sarıkız gibi isimler verilen darbe planları için “Ergenekon dâvâsının özünü oluşturuyorlar” demişti.

Buna rağmen günlüklerin Ergenekon dâvâsından ayrılması, süreçte son derece önemli, ciddî ve kritik bir “kırılma noktası” teşkil ediyor.

Çünkü böylece, dâvânın en önemli dayanaklarından biri çöküyor ve söz konusu darbe iddialarının aydınlatılması imkânsız hale getiriliyor.

Darbe günlüklerinde, isimleri bu darbe girişimleriyle birlikte anılan eski komutanlarla ilgili olarak açılacak soruşturma ve dâvâların darbe suçu yerine görev suçu temeline dayandırılması ve buna binaen yargılamaların Yüce Divana aktarılacak olması ise, paketteki ilgili madde ile yapılan düzenlemede asıl amacın, halka anlatılanlardan çok daha farklı olduğunu gösteriyor.

Çünkü sonuna kadar üzerine gidilip aydınlatılması ve sübut bulmaları halinde gereğinin yapılması icab eden darbe suçu iddiaları adeta karartılırken, görev suçu gibi muğlâk bir kavrama dayandırılan ithamları muhakeme edip karara bağlama işi de Yüce Divan sıfatıyla dâvâya bakacak olan Anayasa Mahkemesine havale ediliyor.

Ve bu durum, 12 Eylül referandumu öncesinde paketi “çok büyük bir demokrasi hamlesi” olarak takdim edip, adeta canhıraş bir “evet” kampanyası yürütmüş olan kimi yayın organlarında, “Yüce Divan hüllesi” manşetleri ve “Darbe günlükleri dâvâsının Yüce Divana taşınmak istenmesi tepki topladı” spotlarıyla ilân ediliyor.

Keşke o zaman paketin bu maddesine daha dikkatli bakılıp, uygulamada doğuracağı muhtemel sonuçlar erbabına iyice tahlil ettirilerek gerekli ikazlar yapılsa ve iş işten geçtikten sonra bu çeşit hayıflanmalara meydan verilmeseydi…

Ve zihinler yanıltılmasaydı…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*