Yüksek binalar, ekonomik kıyamet ve krizler

Üstad Hazretleri, “Niçin geri kaldığımıza dair” bir suale Münazarat adlı eserinde şöyle cevap veriyor:

“İkinci sebep: Biz, gayr-ı tabiî ve tembelliğe müsait ve gururu okşayan imaret maişetine el atıp belâmızı bulduk.

Sual: Nasıl?

Cevap: Maîşet için tarik-ı tabiî ve meşru ve zîhayat, san’attır, ziraattir, ticarettir. Gayr-ı tabiî ise, memuriyet ve her nev’iyle imarettir. Bence imâreti, ne nâm ile olursa olsun, medâr-ı maişet edenler bir nev’i cerrar ve aceze ve seeledir—fakat hilebaz kısmında… Bence memuriyete veya imarete giren, yalnız hamiyet ve hizmet için girmelidir. Yoksa, yalnız maişet ve menfaat için girse, bir nev’i çingenelik eder. İşte, memuriyet filcümle ve askerlik bilcümle bizde olduğu için, servetimizi israf eline verip neslimizi etrafa saçıp zâyi ettik.(Münâzarat, s.46)”

Benzer tarzda Peygamberimiz(asm) ise kıyametten bahisle ilginç bir hadiseden haber veriyor:

“Kıyamet alametlerinden biri de, yalın ayak, çıplak, yoksul koyun-keçi çobanlarının binaları yükseltmekte birbirleriyle yarış ettiklerini ve böbürlendiklerini görmendir.” (Buhari, Fiten: 25; Ahmed bin Hanbel, Müsned, II/313)

Bu iki prensip her zaman ve devre hitap ettiği gibi, aynı zamanda doğrudan günümüze ve yaşadığımız ağır şartlara da hitap ediyor. Bilindiği üzere bu günlerde çok ağır bir ekonomik ve sosyal kriz yaşamaktayız. Peki bu krizlerin sebebi nedir? Hangi hatalar yapıldı da bu derece ağır bir krize maruz kaldık? Niçin bir türlü işler yoluna girmiyor? Niçin şu vatanda yaşayan aziz millet bir türlü sıkıntılardan kurtulamıyor?

İşte benzer sualler Osmanlı’nın son zamanlarında da sorulmuş olacak ki, Üstad geri kalmamızın sebebini, devlet kapısına göz dikerek, memurluk ve amirlik yolu ile tembellikte karar kılmamız olarak tanımıyor.

Gelişme ve kalkınmanın temel unsurlarını ise “ziraat, sanat ve ticarettir” diye teşhis ve tespit ediyor.

Demek ki ziraat ve sanat üretecek, ticaret ise bu üretilen malları uygun bir biçimde pazarlayacak ve toplum katmanlarına dağıtacak ve böylece hem mallar serbest bir şekilde dolaşacak, hem de zenginlik artacak. “Rızkın onda dokuzunun ticarette olması” hakikati doğrudan böyle bir zenginliğe işaret eder. Bütün esnaf ve marketler ticaret kavramı içindedir. Hatta ihracat ve ithalat da bu sektör içinde ifade edilebilir.

Sanat kavramı ise her türlü sanayi üretiminden tutun da, en büyük fabrikalardan en küçük atölyelere kadar üretim kavramını içine alır. Ziraat ise her türlü tarım üretimi ve bu üretilen malların sanayide kullanılması ile doğrudan alakalıdır. Zaten bu üç iş kolu iç içe girmiş birer sektördür ve aynı zamanda bir ülkenin kalkınmasında en temel sektörlerdir.

Demek ki bir ülkenin kalkınmasında, gelişmesinde ve zenginleşmesinde bu üç sektöre önem verilecek. Öncelikli yatırımlar ziraat, sanayi ve ticaret sahasına yapılacak. Devletin milletten elde ettiği gelirler bu üç sektörün daha ileriye gitmesi için harcanacak. Böyle olmadığı taktirde sizin ülke olarak gelişmeniz ve zenginleşmeniz çok zor bir yola girer. Ardından da çeşitli ekonomik sıkıntı ve zorluklarla uğraşmak zorunda kalırsınız.

İşte bu günlerde yaşadığımız ekonomik ve sosyal krizler bunun açık bir göstergesidir. Bakınız ülkemiz idarecilerine… Ellerindeki imkanları daha çok inşaat ve bina sahasına yatırdılar. Önceliği yüksek binalar dikmeye ve devasa alt yapı yatırımlarına verdiler. Halbuki inşaat ile kalkınma olmaz. Sadece ölü yatırım yaparsınız. Binalardan katma değer üretemezsiniz. Yollar, köprüler, hastaneler de bir ölçüde ölü yatırımlardır. Katma değeri hemen hemen hiç yoktur. Üstelik son zamanlarda yapılan devasa ölçekteki alt yapı yatırımları yap işlet devret modeli ile yapıldığından devlet hazinesi üzerine büyük ve ağır bir yük olmaya başlamıştır.

Halbuki buralara harcanan maddi imkanlar sanayi, ziraat gibi temel üretim sektörlerine yapılmış olsa idi uzun vadede elde edeceğiniz gelirler ile çok daha ucuz alt yapı yatırımları yapabilirdiniz. Ve aynı zamanda ülkenin kalkınmasını temin ederek zenginleşme yolunda ciddi bir mesafe kat etmiş olurdunuz. Bakınız, Almanya’nın sadece otomobil ihracatı dört yüz milyar doların üstündedir. Bu rakam ülkemizin tüm ihracatının neredeyse üç katı. İşte üretimin gücü ve sağladığı zenginlik bu.

Biz ise ülke olarak son yirmi yıldır yüksek yüksek binaları çoğalttık. Ve bir ölçüde “Kıyamet alametlerinden biri de, yalın ayak, çıplak, yoksul koyun-keçi çobanlarının binaları yükseltmekte birbirleriyle yarış ettiklerini ve böbürlendiklerini görmendir” hadis-i şerifine masadak olduk. Bu hadisteki “kıyamet” kelimesi aynı zamanda çöküş anlamına da gelir. Ülkemizdeki önemli müteahhitlerin kökenlerine dikkat edilse bu hadis-i şerifin nasıl bir mana ifade ettiği çok daha iyi anlaşılır.

Üstad Hazretleri de geri kalmışlığın sebebini açıklarken kullandığı “memuriyet ve her nev’iyle imarettir” ifadesi de aynı hakikate işaret eder. Çünkü yüksek binalara teşvik eden de yine memur ve amir tabakasıdır. Hatta “imaret” kelimesi bir yönü ile amirler anlamına gelirken, diğer bir anlamı da bina ve saray yapmak anlamına gelir. Bir ara bayındırlık ve imar bakanlığı gibi bir bakanlığımız vardı.

Netice-i kelam, Üstad kalkınma ve gelişmenin ve zenginleşmenin temel unsurlarını ta yüz yıl önce beyan etmiş, “ziraat, sanat ve ticarettir” diye. Bu konuda dünyada bir çok örnek var. Konya kadar arazisi olmayan bir Hollanda, ziraat konusunda milyarlarca dolar ihracat yapıyor. Biz ise tarımı ve ziraatı ihmal ettiğimizden buğdayı bile dışarıdan alıyoruz. Ve sonunda ise ağır bir ekonomik krizle karşı karşıya kalıyoruz. Bu krizler ise yıllardır yapılan yanlış uygulamaların neticesi. Umarız yetkili kişiler bir an önce bu yanlışlardan dönerler de krizlerin önünü alırlar.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*