Yüzde 92’den bugüne

Kenan Evren, önce Genelkurmay Başkanlığı yapmış, sonra Türkiye Cumhuriyetinin 7. Cumhurbaşkanı sıfatıyla devletin en tepe noktasına kadar “yükselmiş” bir isim.
Hiç değilse bu vasfından dolayı saygı görmesi gerekirken, tam tersine yoğun tepkilerin odağı haline gelmesinin tek sebebi, darbeci olması.

Ve Çankaya’ya çıkmasını dahi 12 Eylül 1980 tarihinde gerçekleştirdiği ihtilâle borçlu olması.
Darbeyi takip eden “ikbal” günlerinde alkışlayanı çoktu. Bunlar ihtilâl öncesinde “Daha ne duruyorsunuz? Bu gidişatı durdurmak için yönetime el koysanıza” diye darbe tahrikçiliği yapıp, sonra darbecilere övgüler düzen çevrelerdi.

İçlerinde politikacılar, bürokratlar, patronlar, profesörler ve de medyadaki sözcüleri… vardı.
Ki Evren’in hatıralarında da o zamanki tahrik, teşvik ve alkışların mebzul örnekleri sıralanıyor.

Dahası, yine Evren yakın zamana kadar sözü dinlenen, muvazzaf ordu komutasının açıktan söyleyemediği bazı hassas mesajların ilgili mercilere ve kamuoyuna iletilmesi için devreye sokulan, darbe döneminde okul ve caddelere verilmiş isimleri hâlâ korunan “itibarlı” bir kişiydi.

Daha doğrusu, bazılarının gözünde öyleydi.
Ama 32 yıl sonra gelinen noktaya bakınız.
7. Cumhurbaşkanı, 90 küsur yaşında darbe sanığı olarak yargılanıyor. Dâvânın ilk duruşmasına, “kolu kırıldığı” için katılamadığı haberinin altında dahi bit yeniği aranıyor. Darbe sonrasında aldığı övgü ve alkışların yerini bugün yoğun tepkiler ve hesaplaşma çağrıları almış.
Kaderin adaletine çok ibretli bir örnek daha.

12 Eylül mahkemelerinin kararlarıyla söndürülen hayatların, idamların, zulüm ve işkencelerin, karartılan gençlik yıllarının âhı böyle çıkıyor.

(Geçtiğimiz hafta sonu ibretle temâşâ ettiğimiz, 27 sahabenin kabrini misafir eden Hz. Süleyman bin Halid Camiinin hemen üst tarafındaki meşhur Diyarbakır Cezaevi, bu işkencehanelerin dillere destan örneklerinden sadece biri.)

12 Eylül dâvâsı henüz gündemde yokken, ama yavaş yavaş telâffuz edilmeye başlandığında, “Yargılanmaktansa intihar ederim” diyen Evren, iddianame kabul edilip duruşma tarihi belirlendikten sonra yakın çevresine şöyle dertlenmiş:

“Nasıl oldu da yüzde 92’den bu hale geldik? Yüzde 92 ‘evet’ oyu nasıl olup da artık sesini çıkartamaz oldu?” (Reha Muhtar, Vatan, 19.1.12)

Evren’in yüzde 92’den kastı, ihtilâlden sonra hazırlatıp yoğun baskı altında oylattıkları darbe anayasasına ve bu anayasayla birlikte kendi cumhurbaşkanlığına verilmiş olan “evet” oyları.

O zaman “hayır” diyen yüzde 8’in içindekiler olarak, 12 Eylül öncesinde “Darbe olgunlaşsın” gerekçesiyle en az bir yıl boyunca anarşi ve terörle yaşamak zorunda bırakılan halkın, darbecileri “kurtarıcı” görmesini amaçlayan ne tür bir psikolojik harekâta muhatap kılındığını ve ilâveten o günkü anayasa oylamasının nasıl bir baskı ortamında yapıldığını çok iyi hatırlıyoruz.

Ama anlaşılan o ki, Evren yüzde 92 “evet”in gönül rızasıyla verildiği gibi bir kanaate sahip…
Oysa şimdi oluşan tablo, Said Nursî’nin “Kahır ve cebirle (zorla) zahirî bir hakimiyet, sathî (sığ) bir tahakküm, kısa bir zamanda ibka edilebilir (sürdürülebilir). Tehditlerle, korkularla, hilelerle efkâr-ı ammeyi (kamuoyunu) başka bir mecraya çevirtmek mümkün olur. Fakat tesiri cüz’î’dir (azdır), sathîdir, muvakkat olur” ifadelerinin (İşârâtü’l-İ’caz, s. 269)” yeni bir teyidi.

Ve bunu ancak şimdi anlayan Evren diyor ki:

“Gaza geldim. Etrafımda herkes her yaptığımı alkışlıyor ve beni vazgeçilmez görüyordu. (…) Darbeler en çok orduyu yıpratıyor. Ordu hem kendi içinde tedirgin oluyor, hem dışarıya karşı çok yıpranıyor.” (Yalçın Doğan, Hürriyet, 4.4.12)

Ama Evren’in hasta yatağında yakın çevresine ifade ettiği bu pişmanlık, avukatına hazırlattığı savunmaya yansımış değil. Tam tersine, “Ben kurucu iradeyim, yargılayamazsınız” diyor. Keşke—hâlâ varsa—yeni darbe heveslilerini caydıracak özeleştirilerde bulunarak perdeyi kapatsa…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*