Yüzleşme sırası devlette

Herkesin bildiğini, herkesten saklamaya gerek yok: Türkiye, bir asra yaklaşan icraatlarında yüzlerce, belki de binlerce yanlış uygulamaya imza atmıştır. Yanlış uygulamaların en başında da, ‘dine (İslâma)’ yaklaşım tarzı vardır. Mütedeyyin ve inançlarını yaşamaya çalışan insanlar bir şekilde mağdur edilmiştir.

Bilhassa ‘tek parti/1950 öncesi’ dönemde İslâmın öğrenilmesi engellenmiş, Kur’ân’lar toplatılıp yasaklanmış ve ezan-ı Muhammedînin de aslî şekliyle (Allah-ü Ekber) okunmasına izin verilmemiştir. Bu uygulamaları ‘normal’ kabul edip, “Ne var bunda? Bunların yapılması ‘İslâmın öğrenilmesini yasaklama’ anlamına gelmez. Bunlar baskı sayılmaz” deniyorsa bu iddia sahiplerini sadece insafa ve iz’ana dâvet edip yolumuza devam edelim.

Tabiî ki, dinin öğrenilmesi ve uygulanmasına karşı yapılan işler sadece bunlarla sınırlı değildir. Hatırlattığımız konular, denizden bir katre, dağdan bir parçadır. Ayrıntılara inildiğinde daha pek çok yanlışa imza atıldığı da görülür. Aynı şekilde tesettüre karşı yoğun bir propaganda yürütüldüğü de tarihî bir gerçektir. Öyle ki, gazetelerde yayınlanan ‘dizi yazı’larda “Allah”tan bahsedilmesinden bile rahatsız olunmuş, hatta ve hatta Kur’ân-ı Kerim’in Türkçe mealini cüz cüz hediye eden bir gazetenin kampanyası, süresi bitmeden kestirilmiştir.

Nitekim, Diyanet İşleri Başkanlığı Strateji Geliştirme Başkanı Dr. Necdet Subaşı, Muğla Üniversitesi’nde düzenlenen ‘’Devlet ve Din Eğitimi’’ konulu panelde, dinle bir şekilde ilişkisi olan herkesin Türkiye’deki din politikaları konusunda sorun yaşadığını hatırlatmış. Subaşı, şunları söylemiş: ‘’Devlet, topluma karşı vermek zorunda olduğu güven duygusunu güncellemeli ve kendini gözden geçirerek toplumla yüzleşmeli. Topluluk, kendi içinde dinle ilgili kaygılar güdüyorsa, burada devletin bir öz eleştiriye ihtiyacı var. Topluma verdiği din vurgusunun, topluma kazandırdığı din anlayışının köklerine inme ve onu gözden geçirme konusunda esaslı bir sorgulamaya ihtiyacı var.’’ (AA, 16 Mart 2012)

Sakarya Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Recep Kaymakcan da Dünya Değerler Araştırması’nın geçen yıl yapılan bölümüne göre, Türkiye’de kendisini ‘’dindar’’ olarak tanımlayanların oranının Avrupa ortalamasının üzerinde (yüzde 81) olduğunu belirtmiş ve ‘’Bu oran 2000 yılında da aynen yüzde 81 olarak bulunmuştu. Aynı şekilde, dinin kendisi için önemli olduğunu söyleyenlerin oranı da son 15 yılda hiç değişmedi ve hep yüzde 92-93 düzeyinde kaldı’’ demiş.

Bu neyi gösterir? “Müslüman Türkiye” gerçeğini. Ne yazık ki, çok uzak olmayan bir zamanlarda ülkemizden “Müslüman Türkiye” olarak bahsedilmesinden dolayı rahatsız olan üniformalı kişiler bile vardı. Elbette bu yaklaşım Türkiye’yi idare edenlere yakışan bir yaklaşım değil. Türkiye’de yaşayanların büyük çoğunluğu Müslüman ise, “Müslüman Türkiye” denmesinden niçin rahatsızlık duyulsun?

Devletin birinci vazifesi insanına hizmet ise, kişileri inançları üzerinden değerlendirmemesi icap eder. Hele hele böyle bir değerlendirme yapıp, vatandaşıyla kavga ederse, telâfisi zor yanlışlara imza atılmış olur. Maalesef, uzun yıllar Türkiye’yi idare eden anlayış hadiseye böyle yaklaşmış. Vatandaşına güvenmeyen, onun inançlarıyla kavgalı ‘kolu kırık bir kabadayı’ görüntüsü hepimize zarar verdi.

Bu sebeple ‘devlet’in acilen bir öz eleştiri yapmaya ihtiyacı var. Nerede yanlış yapıldığı artık görülsün ve yaraların kapanması için gayret sarfedilsin. Öz eleştiri yapmamak sadece yaraların derinleşmesine sebep olur ki, bu da ülkemiz için kayıptır…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*