Zalimlerin akıbeti

Image

Mütecebbir zâlimlerin rüesâları olan Firavunların, Nemrudların âkıbetleri mâlûmdur.
 
“Yoksa onlar sırf bir azgınlar gürûhu mudur?” (Tûr Sûresi: 32.) Yahut, inkârlarına sebep, tâğî zâlimler gibi, Hakka serfürû etmemeleri midir? Halbuki, mütecebbir zâlimlerin rüesâları olan Firavunların, Nemrudların âkıbetleri mâlûmdur.

Sözler, 25. Söz, s. 350

***

Evet, zulmün sonu, zalimin mahvına olarak öyle tecellî eder ve etmiştir ki; o planları yapanlar, şimdi ölümün îdam-ı ebedîsine mahkûm bir vaziyette Cehennemin esfel-i safilînine yuvarlanmakta, tam mağlûbiyet ve Cehennem azabından daha şedid azaplar içerisinde şevketi sönmüş olarak zelîlane bir ömür geçirmektedirler.
Tarihçe-i Hayat, Eskişehir Hayatı,

Hâşiye’den, s. 192

***

Hem “Madem biz gözümüzle görüyoruz ki, umum mahlûklarda ve zemin yüzünde öyle bir hikmet eli işliyor ve öyle bir adalet ölçüleriyle işler dönüyor ki, akl-ı beşer onun fevkinde düşünemiyor. Meselâ, insanın bin cihazatına takılan hikmetlerinden yalnız bir küçük çekirdek kadar kuvve-i hafızasında bütün tarihçe-i hayatını ve ona temas eden hadsiz hadisâtı o kuvvecikte yazıp, onu bir kütüphane hükmüne getirip ve insanın haşirde muhakemesi için neşir olacak olan defter-i a’mâlinin bir küçük senedi olarak her vakit hatırlatmak sırrıyla her insanın eline vererek dimağının cebine koyan bir ezelî hikmet; ve bütün masnuatta gayet hassas mizanlarla âzâlarını yerleştiren, mikroptan gergedana, sinekten simurga kuşuna, bir çiçekli nebattan milyarlar, trilyonlarla çiçekler açan bahar çiçeğine kadar, israfsız ölçülerle bir tenasüp, bir muvazene, bir intizam ve bir cemal içinde masnuatı bir hüsn-ü san’at yapan ve her zîhayatın hukuk-u hayatını kemâl-i mizanla veren, iyiliklere güzel neticeler ve fenalıklara fena neticeler verdiren ve Âdem zamanından beri tâğî ve zâlim kavimlere vurduğu tokatlarla kendini pek kuvvetli ihsas ettiren bir adalet-i sermediye, elbette ve hiç şüphe getirmez ki, güneş gündüzsüz olmadığı gibi, o hikmet-i ezeliye, o adalet-i sermediye âhiretsiz olmazlar ve ölümde en zâlimlerin ve en mazlûmların bir tarzda gitmelerindeki âkıbetsiz bir dehşetli haksızlığa, adaletsizliğe ve hikmetsizliğe hiçbir vechile müsaade etmezler” diye Hakîm ve Hakem ve Adl ve Adil isimleri bizim sualimize kat’î cevap veriyorlar.

Şuâlar, On Birinci Şuâ, s. 331

***

Evet, Âdem (as) zamanından beri, beşeriyette, iki cereyan-ı azîm birbiriyle çarpışarak gelmiş. Biri, istikamet yolunu takip ile nimet ve saadet-i dareyne mazhar olan ehl-i nübüvvet ve salâhat ve iman; kâinatın hakiki güzelliğine ve intizam ve kemâline mutabık olarak istikamette hareket ettiklerinden, hem kâinat sahibinin lütuflarına, hem iki cihanın saadetine mazhar olup, beşeri melekler derecelerine, belki fevkıne terakkî ettirmeye vesile olarak dünyada İmân hakikatleriyle manevî bir cennet, ahirette bir saadet kazanıp ve kazandırmışlar.
İkinci cereyan, istikameti bırakıp, ifrat ve tefritle aklı bir vesile-i azap ve elemler toplayıcı bir âlete çevirmesinden, insaniyeti en bedbaht bir hayvaniyetten aşağı düşürüp, dünyada zulümlerine mukabil gazab-ı İlâhî ve musîbet tokatlarını yemekle beraber, dalâleti cihetinden, akıl alâkadarlığıyla kâinatı bir hüzüngâh ve matemhane-i umumiye ve zevalde yuvarlanan zihayatlar için bir mezbaha, selhhane ve gayet çirkin ve karışık görüp ruhu, vicdanı dünyada bir manevî cehennemde olup, ahirette daimî bir azap çekmeye kendini müstehak eder.

Şuâlar, On Beşinci Şuâ, s. 964

LÜGATÇE

mütecebbir: Zorba, zor kullanan, cebir yapan; kibirlenen.
rüesâ: Reisler.
tâğî: Azgın, azmış, isyan eden. Kibirli ve akılsız olan.
selhhane: salhane, mezbaha, kesim yeri.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*