Zaman denilen sır

Üstad Bediüzzaman Hazretleri 1907 yılında İstanbul’a geldiğinde en büyük hedefi, doğuda fen ilimleri ile din ilimlerinin beraber okutulacağı bir üniversite kurmaktı. Bu idealin gerçekleşmesi için hem Osmanlı, hem de Cumhuriyet döneminin ilk yıllarında çok gayret sarf etmiştir. Ama çeşitli engeller çıkmış ve ne yazık ki böyle bir üniversitenin kurulması mümkün olmamıştır.

Evet, böyle bir üniversite kurulamamış, ancak fen ve din ilimleri konusundaki ideal ve düşünce tamamen Risâle-i Nur’a yansımıştır. Bu sebeple Risâle-i Nurda bir çok ilmî hakikate işaret edilmiş. Öyle ki günümüzde hâlâ araştırmaları devam eden zaman, zamanın izafiyeti, ışınlama, big bang teoremi vs. gibi ileri seviye konular izah edilmiştir. Çok önemli fennî prensipler misallerle her kesimin anlayabileceği bir seviyede izah edilmiştir.

Bu konuda Nurlarda yüzlerce tabir ve ifade vardır. Fırsat buldukça bu fennî tabir ve ifadelerin yorum ve izahlarını takdim etmeye çalışacağız.

Bugün burada ‘zaman’ ile ilgili mühim bir konuyu nazarlara vererek bir noktadan başlamak istiyoruz.

Evet, zamanın hakikati, zamanın tanımı, zamanın izafiyeti, zamanın genişlemesi ve daralması, zaman ve hareket, zaman içinde seyahat, zaman sıçraması, zaman ve mekân ilişkisi gibi temel konulara Risâle-i Nur’un bir çok yerinde temas edilmiştir.

‘Zaman’ hadisesi bilhassa Mirac Risâlesinde çok farklı bir şekilde ele alınmıştır. Elbette ki Mirac gibi harika bir hadisenin izah edildiği bir Risâlede ‘zaman’ konusunu detaylı olarak incelemek zarûreti vardır. Zira Mirac yolu ile bu dünya zamanına göre milyarlarca senelik bir mesafe bir saat gibi kısa bir zaman aralığında kat edilmiştir. Bu durum ise insanın zihnini allak bullak eden bir meseledir. Bu noktada ister istemez şöyle bir soru akla gelir.

“Yine hâtıra gelir ki: Dersin, ‘Birkaç dakikada binler sene mesafeyi kat’ etmek aklen muhâldir.’” (Sözler, s. 524)

Dünya şartları içinde yaşayan, saatte ancak üç-beş kilometre yürüyen, havada uçan uçaklarla da ancak saatte iki-üç bin kilometre yol alındığını bilen bir insan, haliyle bir saatte milyarlarca kilometrelik mesafe alınması konusunda zihnî zorluklara girecektir. Meseleyi anlamakta güçlük çekecektir. Öyle ki Mirac hadisesini duyan Sahabelerin bile zihinlerinde dalgalanmalar meydana gelmiştir. İşte aklın sınırlarını zorlayan bu suale aşağıdaki şekilde cevap vermeye başlıyor Üstad:

“Biz de deriz ki: Sâni-i Zülcelâlin san’atında, harekât nihayet derecede muhteliftir. Meselâ, savtın süratiyle ziyâ, elektrik, ruh, hayal süratleri ne kadar mütefâvit olduğu mâlûm. Seyyârâtın dahi, fennen harekâtı o kadar muhteliftir ki, akıl hayrettedir. Acaba latîf cismi, urûcda sür’atli olan ulvî ruhuna tâbi olmuş, ruh süratinde hareketi nasıl akla muhâlif görünür?” (Sözler, s. 525)

Cevabın daha ilk paragrafında hareketin nazara verilmesi ve hareket çeşitlerinden bahsedilmesi oldukça dikkat çekici bir husustur. Zira bu günkü bilimin keşfine göre zaman ve hareket arasında çok sıkı bir ilişki vardır. Hatta zaman harekete göre tespit ve teşhis edilmektedir. Yani zaman hareketin bir göstergesi, ölçüsü veya rengidir. Hız arttıkça zaman azalmakta, hız ışık hızına yaklaştığında zaman da neredeyse sıfıra yaklaşmaktadır. İşte bu sebeple bu ilk ifadelerde zamanın doğru anlaşılabilmesi için hareket konusu nazarlara verilmiştir. Evet, Cenâb-ı Hakkın sanatında hareket ve hız çok büyük farklılıklar arz etmektedir. Sesin, ışığın, elektriğin, ruhun ve hayalin hareketleri çok farklıdır. Aynı zamanda semavattaki cisimlerin hızları da farklıdır.

Şimdi biz dünya üzerinde olduğumuz için dünyanın hız ve şartlarına bağlıyız. Bize göre bir saat dediğimiz şey, dünyanın kendi ekseni etrafındaki dönüşünün yirmi dörtte biri olmaktadır. Acaba insan Mars’ta, Jüpiter’de veya başka bir gezegen ve yıldızda yaşamış olsaydı zamanı ne olacaktı? Elbette ki zamanı bu günkü şekilde tanımlamak mümkün olmayacaktı. Hatta bu dünya içinde bile zaman farkı olmaktadır. Şimdi biz dünya üzerindeyiz. Dünyaya binmiş bir durumda yirmi dört saatlik bir zamanı sayıyoruz. Peki bir ‘sese’ binsek, o­nun hızı ile hareket etsek ne olurdu? Veya ‘ışığın’ üstüne binsek zamanımız ne olurdu? Benzer tarzda ruh ve hayal sürati ile hareket etse idik bu günkü zamanımız ne hal alırdı? Elbette ki böyle durumlarda çok farklı bir mekân ve zaman ile karşılaşacaktık. Zaman, insanın bulunduğu mekân ve hareket hızına göre değişecekti. Bu noktada her insanın bir çok kez yaşadığı ve çok kolay anlayabileceği bir hususu nazarlara verilerek konu izah edilmeye devam ediliyor.

“Hem, o­n dakika yatsan, bâzı olur ki bir sene kadar hâlâta mâruz olursun. Hattâ bir dakikada, insan, gördüğü rüyâyı, o­nun içinde işittiği sözleri, söylediği kelimâtı toplansa, uyanık âleminde bir gün, belki daha fazla zaman lâzımdır. Demek oluyor ki, bir zaman-ı vâhid, iki şahsa nisbeten, birisine bir gün, birisine de bir sene hükmüne geçer.”

Zamanın izâfî olduğu, yani kişi ve konuma göre değiştiğini izah etmesi açısından çok enteresan bir ifade bu. Zira bu durum bütün insanlar tarafından yaşanmış bir durumdur. Her insan rüya görmüştür. Rüyasında öyle hallere giriftar olmuştur ki, uyanık âleminde belki seneler sürer. Bazen şehirleri ve ülkeleri dolaşıp gelmiştir. Rüyasında gördüğü halleri uyanık haline kıyaslasa belki bir senede yapacağı işleri rüyasında birkaç dakika içinde yapmıştır. İşte zaman böyle bir şeydir. Kişiye, konuma ve harekete göre değişmektedir.

“Şu mânâya bir temsil ile bak ki: İnsanın hareketinden, güllenin hareketinden, savttan, ziyâdan, elektrikten, ruhtan, hayalden tezâhür eden sürat-i harekâtta bir mikyas olmak için şöyle bir saat farz ediyoruz ki; o saatte o­n iğne var. Birisi saatleri gösterir. Biri de, o­ndan altmış defa daha geniş bir dairede dakikayı sayar. Birisi altmış defa daha geniş bir daire içinde sâniyeleri, diğeri yine altmış defa daha geniş bir dairede sâliseleri, ve hâkezâ râbiaları, hâmiseleri, sâdise, sâbia, sâmine, tâsia, tâ âşireleri sayacak gayet muntazam, azîm bir dairede birer ibre farz ediyoruz. Farazâ, saati sayan ibrenin dairesi küçük saatimiz kadar olsa, herhalde âşireleri sayan ibrenin dairesi arzın medâr-ı senevîsi kadar, belki daha fazla olmak lazım gelir.” (Sözler, s. 525)

Bu misal de oldukça ilgi çekici bir misaldir. Meselenin anlaşılmasında bir kilometre taşı gibidir. İfadede sesin, ışığın, ruh ve hayalin hareket ve hızlarını temsil etme noktasında o­n ibreli bir saat tasavvur ediliyor. Saatin ibresi insanın hareket ve mekânını temsil ederken, dakika ibresi top güllesini, saniye sesin ve aşire de hayalin ve ruhun hareket ve konumunu temsil etmektedir denilebilir. Saati sayan ibrenin konum ve mekânı normal bir saatimiz kadar olsa, hayal ibresini sayan aşirenin mekânı ve konumu ise, neredeyse dünyanın döndüğü daire kadar olacaktır. İfadede, mekân ve zaman ilişkisine yapılan vurguya dikkat etmek gerek.

“Şimdi iki şahıs farz ediyoruz. Biri, saati sayan ibreye binmiş gibi, o ibrenin harekâtına göre temâşâ ediyor. Diğeri, âşireleri sayan ibreye binmiş. Bu iki şahsın bir zaman-ı vâhidde müşâhede ettikleri eşya, saatimizle arzın medâr-ı senevîsi nisbeti gibi, meşhudâtça pekçok farkları vardır. İşte, zaman, çünkü, harekâtın bir rengi, bir levni, yahut bir şeridi hükmünde olduğundan, harekâtta câri olan bir hüküm, zamanda dahi câridir.” (A.g.e)

Düğüm bu ifadelerde çözülüyor. İki şahıs var. Birisi saati sayan ibreye binmiş. Diğeri ise aşire ibresine. Elbette ki bu iki kişinin aynı saat içinde müşahede ettikleri eşya arasında dünyalar kadar fark olacaktır.

Gelin bu noktada biraz matematik katalım işin içine. Yukarıdaki misali, formüller ile ifade etmeye çalışalım. o­n ibreli saat misalinde saat ibresi insanın hareketini temsil etmekteydi.

Buna göre insanın hızını başlangıç noktası olarak alalım ve diğer hızları buna kıyaslayalım. Bakalım nasıl sonuçlar ortaya çıkacak?

İnsanın ortalama hızını 1 m/sn kabul edelim.

Bu durumda insan ortalama saatte 3600 m, yani yaklaşık 3,6 km yol alacak demektir. Bu da insanın ortalama hızı açısından kabul edilebilir bir değerdir.

Şimdi saat ibresine binen bir insanın hızı 1 m/sn olursa, dakika ibresindeki hız 1×60 m/sn, saniye ibresindeki hız 1x60x60 m/sn, yani 1×602 m/sn olacaktır.

Salise ibresine binen 1x60x60x60, yani 1×603, râbia ibresine binen 1×604 ve sırası ile devam edersek tâsia ibresindeki hız 1×609 ve son ibre olan âşire ibresindeki hız ise 1×6010 m/sn olacaktır. Yani 60 sayısını 10 kez kendi ile çarpmak.

Şimdi saat ibresine göre hareket eden bir insanın hızı 1m/sn iken; aşire ibresindeki hız 1×6010=604661760000000000 m/sn olacaktır. Bu şimdiye dek düşünülemeyen çok büyük bir hızdır.

Bu hızı ışık hızına kıyaslayacak olursak;

Işığın hızı 300.000 km/sn’dir.

Bu da 300.000.000 m/sn eder.

Âşiredeki hızı ışık hızına bölersek (1×6010) / (3×108) = 2015539200 eder.

Yani aşiredeki hız ışık hızının yaklaşık 2 milyar katı olmaktadır. Bu hesaplar farklı şekillerde yapılabilir, ama ne şekilde yapılarsa yapılsın âşiredeki hız ışık hızından kat kat fazla olacaktır.

İşte bir insan dünya zamanı ile bir saat süresinde Üsküdar’dan Kadıköy’e kadar bir mekânı müşahede edip, İstanbul Boğazı’nın güzelliklerini seyrederken, aynı zaman süresinde âlem-i şehadetin sınırlarından çıkan ve âlem-i melekûtun zamansız mekânına, ya da zamanı ters akan bir mekâna giren Resûl-i Ekrem (asm) Efendimiz bütün âhiret âlemlerini gezer, görür ve müşâhede eder. Âmenna ve saddaknâ…

“İşte, bir saatte meşhudâtımız, bir saatin saati sayan ibresine binen zîşuur şahsın meşhudâtı kadar olduğu ve hakikat-i ömrü de o kadar olduğu halde; âşire ibresine binen şahıs gibi, aynı zamanda, o muayyen saatte Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, burak-ı tevfîk-ı İlâhîye biner, berk gibi, bütün daire-i mümkinâtı kat’ edip, acâib-i mülk ve melekûtu görüp, daire-i vücûb noktasına çıkıp, sohbete müşerref olup, rü’yet-i cemâl-i İlâhîye mazhar olarak, fermanı alıp vazifesine dönebilir ve dönmüş ve öyledir.” (A.g.e, s. 525)

 

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*