Zaman, hayat ve rızık…

Kendimizce mükemmel gittiğini zannettiğimiz hayatımızın akışı içerisinde; o kadar çok eksikliklere, hatalara, noksanlıklara ve yanlışlara yol açıyoruz ki saymakla bitmez. Bunların başında ve en mühimi zaman unsuru, zamanı bilerek kullanmak ve geçirmek hadisesidir.

Yaşayacağımız muhteşem ve donanımlı bir hayata; hazırlanmış vaziyet, hal ve etvarıyla, gözümüzü dünyaya açar açmaz muhatap olduğumuzdan; sanki yolda bulunmuş, öylesine atılmış, ikram edilmiş muamelesinde bulunuyoruz. Basit ve noksan olan fikriyatımızla hayatı kendimize kıyasla mütalâa ediyoruz.

Aynı şekilde hayatın devamında adeta en önemli bir unsur olan ve en önemli bir rolü üstlenen rızıklanmamız ve rızkın gelişini de öyle hayatın zihnimizdeki haliyle kabulleniyoruz. Sanki hayat olursa, rızık da mecburen olur, hem de çok basit ve ucuz olur…

Eğer yaptığımız, muvaffakiyeti ile övündüğümüz dünyaya ait en ufak bir muameleyi, işi, fiili yine kendimize fikren, aklen ve kalben yüksek tutarak, övünerek, gururlanarak, enaniyetimiz noktalarından bakıyor ve değerlendiriyorsak, bu bizlere bir kıyas ve ölçü olabilmelidir.

Zamanın, hayatın içinde ve kendisinin varlığında bizim dahlimiz, varlığımız ne kadardır? Hayatın yaratılışı ve devamı hiç bir vakit yaratılmış herhangi bir varlığa sorulmuş mu da yaratılmıştır? Hayatı yaratanın Hay ve hayattar oluşu karşısında bizim cüz’i hayatımızın ve yaşayışımızın ne kadar ehemmiyeti vardır?

Zamanın, hayatın devamı ve varlığı noktasından lâzım olan rızık ve rızıklandırmaların karşısında düştüğümüz acz, fakr ve noksanlığın farkına vararak, kabullenebiliyor muyuz? Hayatı verenin, rızıkla hayatı süsleyerek devam ettirdiğini görebiliyor muyuz?

İnsan dışında en büyükten en küçüğe kadar rızka muhtaç olan yaratılmış, varlık âlemine teşrif etmiş hiçbir mahlûkun rızık telâşına, korkusuna ve ümitsizliğine düştüğünü akıl almaz şekilde yığınaklar yaptığını görebiliyor muyuz? Kendi suistimalleriyle temin-i rızıktaki hırslara düşen mahlûkatın durumları bahsimizden kendilerini zaten dışlıyorlar. Hem zarara hem de cezaya kendilerini müstehak ediyorlar… Veya zamanın hoyratça kullanılışını inkâr edebiliyorlar mı?

Azamet ve celâl sahibi, sonsuz kudretin maliki olan Kadir-i Zülcelâl’in, Hayy oluşu, hayattar oluşu Hayy-ı Kayyum-u Baki olarak hayatı yaşatıp devam ettirmesi ve şanından izzet-i ikramından, ihsan-ı şahanesinden, bizlere ve bütün hayat sahibi kıldığı mahlûkatına rızık vermesi, rızkını devam ettirmesi kâinatta en bariz, apaçık görünen bir nimetlendirme ve yaratmadır… Zamana serilmiş en hakikatli bir sahifedir.

Önemli olan hayata, rızka muhtaç birer yaratılmış olarak gözlerimizi açarak O’nun kâinatta bu konularda va’z ettiği hakikatleri, verdiği dersleri ve numuneleri okuyabilmektir. Gözlerini kapayan ancak kendine gece yapar ve âlemi dahi karanlık görerek hafazanallah inkâra sapar, nankörlüğe düşer…

Sonsuz bir şükür ve hamdle zikrediyor ve istiyoruz ki Hayy-ı Kayyum, Rezzak-ı mutlak Rabbimiz bizleri bu dünyada olduğu gibi ahirette de isimlerinin tezahürü ile kuşatsın, sarsın sarmalasın ve ihsanlarına, ikramlarına her zaman diliminde muhatap etsin inşaallah…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*