Zamanın Sesi!

Asrın Garibi, Acibi, Eşsizi, Benzersizi…
Kısaca: Zamanın Sesi!

Felaket ve helaket asrında; şehirlerden köylere kadar herkes, din, devlet, millet nasıl sahil i selamete çıkar diye çözüm yolları arıyordu. Uzaklarda, yüksek dağların olduğu o köyde de yani Bitlis’in, adı gibi nurlu, Nurs köyünde de aynı halet, aynı düşünceler her gece konuşulur, Peygamberimizin (asm) sünnetini ihya edecek bir müceddid beklenirdi. Ta ki o doğum gerçekleşip Rabbin hissettirmesiyle herkesin gönlünde “olabilir mi?” duygusu filizlenene dek.

O, aleme öyle bir gözlerini açtı ki; doğduğu an O, alemi hayranlıkla seyredip dinledi, büyüdüğünde ise alem O’nu hayranlıkla seyredip dinledi. Allah O’nu öyle bir programla ziynetlendirmiş ki; önceden toprağını da, tohumunu da, çekirdeğini de tertemiz etmişti. Ve Allah O’nun adını yapacağı hizmetin büyüklüğü nispetince ve mahiyetini anlatır bir tarzda, maddi ve manevi her yönden tertemiz, yücelen, yükselen ve Allah’ın rızasına ermiş kul manasında “Said” ismini koydurmuştu, babasının diliyle.

Kuran hakikatlerinin bütününe muvaffak olup, o­nu özünde yaşamaya başlayıp, diğer fen ilimlerinde de o hakikati gösterip, insanlığın imanını kurtarmak için çözümler üretmesi neticesinde alem, asır O’na “Bediüzzaman” yani, asrın garibi, eşsizi, benzersizi dedi. Çünkü O zamanın halini, durumunu, vaziyetini öyle bir benliğinde hissetti ki derdine derman bulmak için, gece gündüz demeden yalvararak Rabbine niyazda bulundu. Ve Rabbi O’na kendi katından öyle bir ilim bahşetti ki avamdan havassa kadar, bütün tabakatın anlayacağı ve derdine derman bulacağı o muazzam tefsiri kalbine reşha reşha akıttı. Evet O müellif Kur an ı Kerim’i kendine üstad edinmişti ve derdine dermanı Kur an ı Kerim de bulan Üstad Hazretleri, harb i umumiden yara alan aleminde ancak Kur an ı Kerim’le hayat bulacağına inanıyordu. Çünkü, savaşın sonunda insanlığın, dünyanın faniliğini görüp, ebedi saadeti aramasına sebep olacağını düşünüyordu. Medeniyet fantezilerinin insanlığın istidatlarını uyutup, o­nları tesiri altına aldığını hissediyordu. Ve alemin hastalığını, eskiden olduğu gibi, cehaletten doğan bir dalalet olmadığını, bu zaman da imana taarruzun; ilim, fen, felsefeden çıkan bir dalalet olduğunu biliyor ve aleme yayılmış olan maddiyunluk, tabiatperestlik ve dinsizliğin köklerini kurutacak ve insanlığın imanını kurtarıp, saadeti ebediyeye mahzar edip, ahlak ı haseneyi kazandırıp sırat ı mustakime ulaştıracak dermanı; Üstadı, kabul ettiği Kur an ı Kerim’den bu asrın muhtaç olduğu hakikatleri keşfedip, bunları insanlığa Risale i Nur hazinesinden en güzel bir dille, emsali görülmemiş bir tarzda izah ediyordu. Ve kalplerin de bu hakikatlerle itminan bulmasına vesile oluyordu.

Zamanın sesi olduğunu ispat eden Risale i Nur, şu anda da ispat etmekte ve kendi diliyle ne de güzel söylemekte:

“Mâdem Risale-i Nur, bu mu’cize-i kübrânın elinde bir elmas kılınç hükmünde hizmetini göstermiş ve muannid düşmanlarını teslime mecbur etmiş. Hem kalbi, hem ruhu, hem hissiyatı tam tenvir edecek ve ilâçlarını verecek bir tarzda hazine-i Kur’aniyyenin dellâllığını yapan ve o­ndan başka me’hazı ve mercii olmayan ve bir mu’cize-i mâneviyyesi bulunan Risale-i Nur o vazifeyi tam yapıyor ve aleyhindeki dehşetli propagandalara ve gâyet muannid zındıklara tam galebe çalmış ve dalâletin en sert kuvvetli kalesi olan tabiatı, «Tabiat Risalesi» yle parça parça etmiş ve gafletin en kalın ve boğucu ve geniş daire-i âfâkında ve fennin en geniş perdelerinde «Asâ-yı Mûsa» daki Meyvenin Altıncı Mes’elesi ve Birinci, İkinci, Üçüncü, Sekizinci Hüccetleriyle gâyet parlak bir tarzda gafleti dağıtıp nur-u tevhidi göstermiş.”[1]

 


[1] o­nüçüncü Söz’ün İkinci makamının Zeyli, Sözler, s.161

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*