Zat-ı Ahmediye’nin (asm) nuruyla âlemin şekli değişti

Gel, bu zamandan tecerrüd edip, fikren Asr-ı Saadete ve hayalen Cezîretü’l-Arab’a gidiyoruz. Tâ ki, Resul-i Ekremi (aleyhissalâtü vesselâm) vazife başında ve ubudiyet içinde görüp, ziyaret ederiz.

Bak: O zat, nasıl ki risaletiyle, hidayetiyle saadet-i ebediyenin sebeb-i husulü ve vesile-i vusulüdür; onun gibi, ubudiyetiyle ve duasıyla o saadetin sebeb-i vücudu ve Cennetin vesile-i icadıdır.

Bak: Hem öyle bir maksat, öyle bir gaye için saadet isteyip duâ ediyor ki, insanı ve bütün mahlûkatı esfel-i sâfilîn olan fenâ-i mutlaka sukuttan, kıymetsizlikten, faydasızlıktan, abesiyetten a’lâ-yı illiyyîn olan kıymete, bekaya, ulvî vazifeye, mektubat-ı Samedâniye olması derecesine çıkarıyor.

Bak: Hem öyle yüksek bir fizar-ı istimdadkârâne ile istiyor ve öyle tatlı bir niyaz-ı istirhamkârâne ile yalvarıyor ki, güya bütün mevcudata, semavata, Arşa işittirip, vecde getirip duâsına, “Âmin, Allahümme âmin” dedirtiyor. HÂŞİYE

HÂŞİYE: Evet, şu âlemin Mutasarrıfı, bütün tasarrufatı bilmüşahede şuurâne, alîmâne, hakîmâne olduğu hâlde, hiçbir cihetle mümkün değildir ki, o Mutasarrıf, kendi masnuatı içinde en mümtaz bir ferdin harekâtına şuuru ve ıttılâı bulunmasın.

Hem hiçbir cihetle mümkün değildir ki, o Mutasarrıf-ı Alîm, o ferd-i mümtazın harekâtına ve daavatına (duâlarına) ıttılâı bulunduğu hâlde, ona karşı lâkayd kalsın, ehemmiyet vermesin.

Hem hiçbir cihetle mümkün değildir ki, o Mutasarrıf-ı Kadîr-i Rahîm, onun dualarına lâkayt kalmadığı hâlde, o duâları kabul etmesin.

Evet, zat-ı Ahmediyenin (asm) nuruyla âlemin şekli değişti, insan ve bütün kâinatın mahiyet-i hakikiyeleri o nur, o ziya ile inkişaf etti ve göründü ki, şu kâinatın mevcudatı esma-i İlâhiyeyi okutan birer mektubat-ı Samedâniye, birer muvazzaf memur ve bekaya mazhar kıymettar ve manidar birer mevcuddurlar. Eğer o nur olmasa idi, mevcudat fenâ-i mutlaka mahkûm ve kıymetsiz, manasız, faydasız, abes, karmakarışık, tesadüf oyuncağı bir zulmet-i evham içinde kalırdı.

İşte şu sırdandır ki, insanlar zat-ı Ahmediyenin (asm) duâsına “Â- min” dedikleri gibi, Arş ve ferş ve serâdan Süreyya’ya kadar bütün mevcudat onun nuruyla iftihar edip, alâkadarlık gösteriyorlar. Zaten ubudiyet-i Ahmediyenin (asm) ruhu, duâdır. Belki kâinatın harekâtı ve hidematı bir nevi duâdır. Meselâ, bir çekirdeğin hareketi, Hâlık’ından, bir ağaç olmasına bir nevi duâdır.

Sözler, Onuncu Söz, s. 90-91

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*