Teknoloji zengini ama sevgi-dostluk-vefâ fukarası çocuklar olarak hep özendik büyüklerimizin geçmiş zaman hikâyelerine. Halbuki onlar da her fırsatta bize “Biz bu imkânların hiçbirine sahip değildik, sizler çok şanslısınız” diyorlardı. Biz ise, imkânlar içinde imkânsızlıkları yaşıyor, varlık içinde yokluğu yaşıyorduk.
Bugün bir çoğumuzun elinin altında bulunan bilgisayarlar, birbirimizle olan iletişimimizi kolaylaştırıyor ama çoğu zaman en yakınlarımıza bile kısaltılmış kelimelerle yazılmış bir iki cümlelik elektronik postalar atmakla yetiniyorduk. Bahanemiz yoktu. Çünkü zamanımız da vardı, imkânımız da. Hangimiz bir dostuna üşenmeden uzun uzun destansı bir mektup yazdı ki? Tabiî yazmadığımız için böyle güzel mektuplar almaktan da mahrum kaldık. Babamın askerdeyken anneme yazdığı mektuplar ve annemin de babama yazdığı mektuplar eskimiş tahta çantaların içinde durur hâlâ. Zarfından mektup kâğıdına ve kullanılan kalemin mürekkebine kadar özenle seçilmiş, kat izlerinin olduğu yerler yer yer yırtılmış mektuplar… Her satırında san’atkârâne bir üslûp; derin bir muhabbetin içinde de saygı ve edep barındığı için bugün çocuklarının okumasından da hicap duymazlar. Birbirinden anlamlı ve güzel hitap kelimeleriyle başlanmış, zengin bir kelime dağarcığıyla yazılmış mektuplar… Evet şimdi biz şanslıyız, çünkü bilgisayarlarımız var! Biz hiç sevdiğimiz birine mektup göndermek için zarf ve mektup kâğıdı almak üzere yollara düşmedik karda, yağmurda, ayazda. Kim katlanırdı ki o zahmete! Sonra hadi katlandık ve aldık diyelim. Kim yazacak? Ne yazacak? Sonra kim gidecek postaneye mektubu bırakmaya? Bunun bir de cevap beklemesi var… Zor iş… Bize göre değil. Hadi bunlar bize göre değil diyelim, ya elimizdeki son teknolojik imkânlar? Bunlarda mı bize göre değil? Zaten bildiğimiz çok az kelime var (çoğu da yabancı) bunları dahi kısalta kısalta anlamsız “mail”ler attık birbirimize. Kısaca mail diyoruz, ama elektronik posta dememiz gerekiyor.
Evet, öyle bir zamanın içindeyiz ki, ortaokul-lise öğrencisi gençler cep telefonu modeli ve markalı kıyafet yarışındayken öğrencilik vazifelerini unutmuş durumdalar. Çocuklarının bu durumundan şikâyetçi olan anne babaların da, bu konuda onlara kızmaya pek hakkı yoktur esâsında. Zirâ aynı gün baba da belki arabasını bir üst model arabayla yenilemiştir. Durumu, cep telefonunu bir üst modelle değiştirmek isteyen çocuğundan farksızdır. Anne de o gün hiç ihtiyaçları yokken mobilyalarını en son moda olanla yenilemiştir belki. Bu açıdan bakıldığında bu zamanın çocuklarını derslerinden, okullarından geri bırakan küçük oyuncakları olduğu gibi, büyüklerin de onları çocuklarına gösterecekleri ilgiden şefkatten uzak bırakan büyük oyuncakları oldu. Medeniyetin bu oyuncakları gözleri öyle kör etmişti ki, göz gözü görmüyordu. Aile içinde bile, televizyon programlarından gözlerini alamayan hanım, eşini ve çocuklarını görmezken; bilgisayar oyunlarından gözünü alamayan çocuklar da anne ve babalarını, okullarını, derslerini görmediler. Asansörde, otobüste, vapurda bir araya gelen insanlar da sanki hepsi ayrı dünyadanmış gibi birbirleriyle göz göze gelmekten kaçındılar. Bir merhabayı ya da gülümsemeyi çok görüp kimisi cep telefonuyla oynarken, kimisi de laptopuyla ilgilendi.
Eğer birçok imkâna sahip olmamıza rağmen, hiç sahip olamadığımız şeyler için üzüntü duyuyorsak bir yerlerde hata yapıyoruz demektir. Zirâ medeniyetin harikaları bizler için bir nimettir. Ve biliriz ki her nimet şükür ister. Şükür ise bu nimetlerin insanlığın hayrına kullanılmasıyla yerine getirilebilir. Günümüzde ise insanlar bu nimetleri maalesef daha ziyade hevâ ve hevesleri, sefahat ve eğlenceleri için kullanmaktadırlar. Hayra kullanılmayan yani şükürsüz sarfedilen her nimet de muhakkak bir musibet ya da zarar verecektir. Bunları düşününce neden imkânlar içinde imkânsızlıkları yaşadığımızı, neden çareler içinde çaresiz kaldığımızı daha iyi anlıyoruz. Bir tuşla dünyanın öbür ucuna ulaşabilecek kadar özgürken, bir duvar yanımızdaki kardeşimizden uzak kalacak kadar dört duvar aralarındaki esaretimizi; teknoloji zengini iken sevgi, kardeşlik, vefa ve maneviyât fakirliğimizi şimdi daha iyi anlıyoruz. Zengin medeniyetin fakir çocukları olarak sanırım bir süre daha hiç yaşamadığımız zenginliklere özlem duyacağız.
Benzer konuda makaleler:
- Kaderi Mektuplar: Sinekler!
- Ahmet Aytimur: İhlasımızı muhafaza edelim
- Bir ‘Nur menzili’ olarak hapishaneler
- Medeniyetin medenîleşmesi
- Pandemi günlerinde masum yavruların duyguları
- Mülkün sahibi biz değiliz
- Risâle-i Nur´u anlaşılır kılmak…
- Lâhika mektupları yoldaki işaret levhaları gibidir
- Nurun satır aralarında Hafız Ali ağabey
- Bu çocukları kim kurtaracak?
İlk yorum yapan olun