Zindan-ı atalet yazıları (2)

ÜMİT, İMAN NİSBETİNDEDİR

Yeis ve atalet

İnsanda atalet üreten düşüncelerden en önemli ve düşman-ı gaddar tabir edileni yeistir. Değişmezlik inancı, böyle gelmiş böyle gider düşüncesi, benim adım atmamla mı değişecek, bu dünyayı sen mi kurtaracaksın gibi düşünceler insanın himmetini zapt eden, kuvve-i mâneviyesini kıran en önemli düşmandır.

Ümitsizlik, ehl-i imanda olmaması gereken, kebâirden kabul edilen bir hastalıktır. Çünkü hakikî imanın gereği olarak kişi, “Her şeyin sahibi Allah’tır. O her şeye gücü yetendir. O isterse, olmazları oldurur. Çünkü O’nun kudreti nihayetsizdir. O, rahmet sahibidir. Vermesi de rahmet, vermemesi de rahmettir” şeklinde inanır. Böyle bir inancın içerisinde ümitsizlik barınmaz.

Ümitsizlik ile insanın kuvve-i mâneviyesi kırılır ve hayat enerjisi tükenir. Böyle bir insanın da adım atacak, bir şeyleri başaracak, değiştirecek mecâli kalmamıştır. Ümitsizliğe düşenler aslında hevesle yola çıkıp, hevâlarına göre aradıklarını bulamayanlardır. Ümitsizlik tövbe kapısını kapatıp, insanı şeytanın oyuncağı haline getiren, çok tahripkâr, öldürücü bir hastalıktır. Çünkü affedileceğine ümidini kaybetmiş bir insanın yapamayacağı kötülük, günah, zulüm yoktur. ‘Ben zaten batmışım, beni ancak cehennem paklar’ gibi düşünceler, ümitsizliğe düşenlerin ruh hallerinin yansımasıdır.

İnsanı zindan-ı atalete atan bu düşman-ı gaddara karşı hakikî anlamda teselli verecek, ümitsizliğini ümide çevirecek imandan başka yoktur. Sefih medeniyetin telkinleri insanların ümitsizliğine ümit bulmak yerine, bu hastalıklarını iyice derinleştiren adımlar atmaktadır. Kişisel gelişim adı altında, insana sağlamaya çalıştıkları özgüven, daha doğrusu şişirme operasyonu, insanları hızlı koşturup, nefessiz bırakıp, yorup, tamamen bir bitmişliği netice vermekten başka bir işe yaramamaktadır. Bugünkü medeniyet, insanlığın geldiği noktada birçok problemleri teşhis etmiş, fakat tedavi noktasında mücerrep ilâçlar bulamamıştır.

Himmeti zapt eden ve atalet üreten ümitsiz düşüncelere karşı Zümer Sûresi 53. âyeti imdada çağırmak, hatırlamak gerekecektir. Bu sûrede Cenâb-ı Hak şöyle emreder: “Ümidinizi kesmeyiniz.”

Ümit, bir inanç işidir. İnanan insan ümitlidir ve ümidi de inancı nispetindedir. Kişi ümitle var olur, onunla dirilir. Çünkü hayatın ihtiyacı olan faaliyet ve hareket şevkle olur. Şevkin de adeta motor gücü ümittir.

Çağlara hükmeden, çağlar kapatıp açan, olmaz artık dendiği vakit inkılâplar gerçekleştiren peygamberlerin, kutupların ve dâvâ adamlarının hepsinin ortak noktası, ümitlerini hiç kaybetmemeleridir.

Münâzarât adlı eserde, Bediüzzaman şöyle bir tesbitte bulunur: “Çabuk ye’se inkılâp eden hamiyet, hamiyet değildir. Ye’s aczden gelir ve mani-i her kemaldir.” Bu tesbitten anlaşılacağı üzere, ümitsizlik düşmanının alt ettiği hamiyet dâvâları aslında hakikî hamiyet değildir. Hamiyetin âlî olması, maksadın yüksekliği, himmetin büyüklüğü nispetinde ümitsizlik düşmanı da bir tesir veremeyecektir. Bunun en güzel örneğini Peygamberimizin (asm) hayatında görmek mümkündür. Mekkeli müşriklerin, Peygamberimize (asm) sunduğu dünyaya dair cazip teklifler ve tehditler karşısında Resulullah (asm), “Bir elime güneşi, bir elime ayı verseniz, ben yine bu dâvâmdan vazgeçmem” demiştir.

Himmeti âlî olanlardan olan Bediüzzaman’ın hayatında da ümitsizlik adına hiçbir hâlin olmadığını görürüz. Daha genç yaşlardan itibaren hayatının iki önemli dâvâsı vardır. Birincisi Kur’ân’ın sönmez ve söndürülmez bir nur olduğunu bütün âleme ispat, diğeri de fen ilimleri ile din ilimlerinin beraber okutulacağı Medresetü’z-Zehra projesidir. Ömrünün sonuna kadar bu dâvâsından vazgeçmeyen Bediüzzaman, türlü türlü engellere, işkencelere, hapislere, mahkemelere rağmen, dâvâsından vazgeçmemiş ve hiç ümitsizliğe düşmemiştir.

Hâsılı, yeis öyle bir hastalıktır ki, insandaki yüksek ahlâkı öldürür ve insanlığın menfaatini bırakıp, şahsî menfaatlere hasreder. Atalet hastalığının başlamasına sebep olan, kanser hücresi gibidir. Yeis hastalığına düşenler başkasının lâkaytlığını, kendi tembelliğine özür zanneder, nemelâzım der, herkes benim gibi berbattır düşüncesiyle himmetini kaybeder. Yeis, aynı zamanda mükemmeliyetçi olanların hastalığıdır. Oysa, “Tamamı elde edilmeyen şeyin, tamamı terk edilmez” düsturu, mükemmeliyetçi insanların yaşayamadığı bir prensiptir.

Sonraki hafta, zindan-ı atalet yazılarından, atalete atan önemli bir düşman olan “acelecilik” üzerinde duracağız İnşâallah.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*