Zindan-ı atâlet yazıları (3)

Atalet ve acelecilik

Cenâb-ı Hak bu dünyayı hikmet dünyası olarak yaratmıştır. Hikmetinin gereği her şey bir merdivenin basamakları gibi ilel-i müteselsile şeklindedir. Meselâ meyve için ağaca ihtiyaç vardır, ağacın olabilmesi için tohum ekilip, fidan olması, sonra merhale merhale büyümesi, sonra çiçek, yaprak ve en son meyve vermesi ile sonuçlanan hikmet basamaklarıyla meydana gelmektedir.

Ahiret hayatı ise, kudretin hâkim olduğu bir hayattır. Orada eşyanın yaratılması bir anda olacaktır.

İnsanoğlu yaptığı faaliyetlerde sabırlı olmayı beceremez, hemen netice bekler. Yani acele ederse, o zaman maksuduna ulaşamaz ve atalete düşer. Cenâb-ı Hak, meşîeti, hikmeti, inayeti ile herkesi farklı farklı imtihan eder, farklı farklı nimetlendirir. Birisinin isteklerini bir basamak sonra ihsan eder, bir diğerininkini yirminci basamakta, diğerini ellinci basamakta nimetlendirir. Fakat insan, merdivenleri tek tek çıkma sabrını göstermez ve birden onuncu, yirminci basamağa çıkmaya çalışırsa, düşer. Tam nimete erişeceği zaman ümidini kaybeder, sabrını dağıtır ve maksada erişemez. İşte atalet hastalığının bir diğer sebebi olan aceleciliği tedavi için, Âl-i İmran Sûresi 200. âyette şöyle buyrulur: “Sabırlı olun. Sabır yarışında düşmanlarınızı geride bırakın”. Bu âyet-i kerimede, sabır yarışında düşmanlarınızı geride bırakın emri, dikkat edilmesi gereken bir noktadır. Zira, ehl-i dalâlet, ehl-i küfür tahrip çalışmalarında sabır ve teennî ile hareket etmektedirler. Dünyayı kana bulayanlar, zehirli fikirlerini yayanlar, ahlâksızlıklarını bulaştıranlar hiç uyumadan, dinlenmeden, sabırla çalışmaktadırlar. Buna karşın tamirat vazifesi yapmakla yükümlü olan ehl-i imanın da bu Kur’ânî düsturdan hareketle sabırla, belki de geceyi gündüze katarak, fedakârlık ile çalışması gerekecektir.

İnsanda acelecilik, doğuştan gelen bir özellik iken, sabır sonradan kazanılan bir duygudur. Sabır da iki türlüdür. Birisi aktif sabır, diğeri ise pasif sabırdır. Aktif sabırda insanın hareket hâlinde beklemesi; pasif sabır ise, hiçbir şey yapmadan beklemesidir. Halk arasında tahammül dediğimiz sabır bu kısımdandır. Yani, çözüme dönük, eyleme geçmek yerine sineye çekip katlanmak. Pasif sabır tembelliktir, atalettir. İşte “Sabır yarışında düşmanlarınızı geride bırakın” âyetindeki emir, aktif sabırdır. Aktif bir biçimde sabreden bir kişi, yaşadıklarına, karşılaştığı zorluklara karşı yılgınlık göstermez, tam tersi gayret içerisindedir. Bu da onu başarıya götüren, hamiyetli bir insan hâline getirir.

Aceleciliğin panzehiri sabırdır. Tembelliğin sebeplerinden birisi de sabırsızlıktır. Bu yüzden küçük yaşlardan itibaren sonradan öğrenilen bu duyguyu, yani sabır eğitimini çocuklara vermek gerekir. Bu hem onları okul hayatlarında, hem de sosyal hayatlarında başarıya taşıyacaktır.

İnsanda kötü hisler nasıl zincirin halkaları gibi ard arda gelip, insanı mânevî olarak zehirliyor veya öldürüyorsa, tam tersi iyi hisler ve duygular da peş peşe gelir ve insanı kemâlâta taşır. Ataleti yenmek için ümit lâzımdır. Ümit ve sabır ise birbiri ile alâkalı hislerdir. Çünkü sabır, ümit duygusu olmadan yaşanamaz. Sabrın yıpranmaması için de ümidin hep canlı kalması gerekir. Bu yüzden sabırsız insanlar karamsarlığa ve ümitsizliğe yatkın kimselerdir. Ümit duygusunun aktif hâlini (el-emel) taşıyanlar, kendilerini harekete geçiren ve zorluklara dayanma katsayısı yüksek olan insanlardır. Yani ümidi olanların sabrı da vardır. Sabırlı olanın da ümitle beslenmesi söz konusudur.

Ümitsizlik, insanı aceleciliğe sevk eder. Sabrın bir anlamı da değiştirilmeyecek olanı kabullenmektir. İşte bu kabullenme ümidin muhafazasına bağlıdır.

Hayatta başarılı olamayan ve istikametini bulamayan insanlara bakıldığında bu insanların sabır duygularının güçlü olmadığı görülecektir. Hayatta herşey isteyerek ve hoşlanarak yapılmaz. Bazı şeyler vardır ki, istemeden yapmak ve sabretmek gerekecektir. Bu konu ile ilgili Bediüzzaman şöyle der; “Rahat, zahmettedir.”

İşte rahmeti bekleyen ve uman aceleci insanlar sabrı öğrenmedikçe rahmete kavuşamayacaklardır. Çünkü rahmete kavuşmak, zahmete katlanmayı ve sabretmeyi gerekli kılar.

Bazı duygular da, zıt biçimde insanda bulunabilir. Meselâ sabır ve hırs. Hırs bilindiği gibi çok da beğenilmeyen bir duygudur. Kullanıldığı yere ve niyete göre değişen bir kavramdır. Hırs, sebat, sabır, azim anlamında ise, meselâ rıza-i İlâhîyi tahsil, manevî kirlerden arında cehdi, iyilik yapma, ilim öğrenme, yenilenme arzusu vs’de kullanıldığında, güzel bir haslet haline gelecektir.

Allah, acele etmeyip, sabredenlere istediklerini, istediği tarzda verir. Hatta bunlar ehl-i dalâlet ve ehl-i küfür bile olsalar, sabır ve tahammüllerinin neticesine kavuşurlar. Bu yüzden ehl-i iman sabır yarışında düşmanlarını geride bırakması gerekir.

Ehl-i küfrün muvaffakiyeti, Cenâb-ı Hakk’ın koyduğu bir kanuna imtisâlin neticesidir. Ehl-i küfrün muvaffak olmasında Allah meşîet eder, ama razı değildir.

Bir ehl-i iman ise, sabır yarışında düşmanlarını geride bıraktığı zaman, Allah meşîet edecektir ve ehl-i imanın bu tavrı rıza-i İlâhiyi, tevfiki, inayeti celbedecektir.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*