Zübeyrî çizgi

Zübeyrî çizgiyle yeni şeyler söyleyeceğimizi bekliyorsanız, yanılabilirsiniz… Risâle-i Nur külliyatında bir sahife veya “Nur hareketinde” kalın bir çizgiyi, bir çoğumuzun okuduğu, duyduğu ve bazılarımızın nurun saff-ı evvellerinden işittiğini bugün birlikte anmak istedik.

 

Hareket noktamız yurtdışı gazetemizin sene-i devriyesiydi. Nisan yağmurlarıyla gözlerini gurbete açan Yeni Asya International’ın doğumunu tebrik düşüncesi, bizi “neşriyatımızın” çekirdek günlerine götürdü. Üstadımızın vefatını müteakib yıllarda, nurlarla yatıp kalkan ve cihana nurları duyurmak isteyen “genç ağabeylerin” sağda-soldaki yazı teşebbüslerini dikkatlice takib eden Zübeyir Ağabeyin, dünyaya istikamet vermekle mükellef bir cemaatin Üstad’dan sonraki ilk derlenme-toparlanmasını araştırmadan Yeni Asya International denilen lâhika mektubunun nüve günlerine ulaşmak mümkün değildir. Gönül isterdi ki “Zübeyrî çizgi” dört boyutuyla; yani tarihçesi, talebeliğe hazırlık dönemi, Üstadıyla geçirdiği mutlu günleri ve daha sonra sorumluluk yüklü çileli ve hasretli günlerinin araştırması yapılsındı… “Zübeyrî Çizgi” yalnız bir tahassürden ibaret kalmasaydı…

Haberleşme ve ulaşım teknolojisinin süratli inkişafı “global tesiri” ortaya çıkardı. Bilhassa medyanın “doğru düşünceyi” vurmada kullanılması, âlemşümûl bir müşevveşiyete sebep oldu. Risâle-i Nur’u geceli-gündüzlü okuyan bir Nur talebesine “dünyanın pencereleri” açıksa, oradan hadiselerin ve hayatın yorumunu duyuyorsa “o nurun şahs-ı maneviyesinin” yorumunu daima nazarda tutarak yaşamasından başka çare yoktu… Aksi takdirde; dehşetli fırtınalar ve herşeyi maksatlarına âlet eden cereyanlar karşısında “Nur talebesi” olarak ayakta durmak mümkün değildi. Cihanın sarsılması mânen ülkelerin ve hatta kıtaların batması zamanında “Ben nurları tek başına okuyarak hadiseleri yorumlayacağım ve Üstadın çizgisinden ayrılmayacağım” demenin—müsaadenizle—donkişotluk olacağı kanaatindeyim. Çeyrek asra varan gurbet hayatımızda, bunun yüzlerce örneğini yaşadık. Hergün göz göze geldiğimiz halde “şahs-ı mânevînin hayatî yorumu” olan ve “lâhika mektubu” mahiyetindeki neşriyatı takib etmeyenlerin, düşünce bazında Üstad’dan ne kadar uzaklaştıklarına ve bize yüzlerce kilometre uzaklıkta yalnız başına yaşayan bir Nur talebesinin de yirmi sene boyunca “gazetesi” aracılığıyla “şahs-ı mânevî” ile dimdik ayakta kaldığına o kadar şahit olduk ki… Bu şehadetimiz bizi “Zübeyrî çizgi’yi tedkîke” yöneltti… “Kardaşlarım cemaatin birlik beraberliği, tesanüdü ve uhuvveti için lahana yaprağı kadar da olsa bir gazete lâzım…” sözlerinin sahibi Zübeyir Gündüzalp, Bab-ı Âli’de sağa sola dağılmış Nur talebelerinin düzenli olarak İttihad’ın etrafında toplanmalarına vesîle oluyor. Şûle mecmuâsında, Yeni İstiklâl ve Sabah gazetelerinde yazan hamiyetli insanları meşveretle bir noktada “ittihad” ettiren Zübeyrî Çizgi’nin anlaşılması bizi de “zihnî müşevveşiyetlerden” kurtaracaktır. Risâle-i Nur’un müstakim çizgisini takip endişesini duymayan bir çok Nur talebesinin, “hayatın yorumu” meselesinde nice “eğri”lerin peşine düşerek sıkıntı çektiklerine şahit olan Zübeyir Gündüzalp; istidat, fıtrat ve halet-i ruhiyelere göre istihdamın da sırrını anlamış… Bazı ağabeyleri gazeteye yardıma teşvik ederken, bazılarını da onunla uğraşmaktan adeta menetmiş.

Zübeyrî çizgi Bediüzzaman’ın cihanı kuşatan kalın çizgisinden bir ince hattır. Fakat çok önemli belirgin bir hat… Gemilerdeki pusula kadar cemaate vacib bir hat… Bediüzzaman Hazretlerinin çok partili dönemde gazeteleri gözden geçirttiğini, İslâmiyet ve insaniyet aleyhindeki neşriyata cevap verdiğini biliyoruz. Emirdağ Lâhikasındaki bazı mektuplardan da bunu çıkarabiliyoruz. Talebeleri içinde bir iki kişiye bu işi yaptırıyor. Doğrusu bununla vazifeli olan kişi Zübeyir Gündüzalp’tir. Onun granit kadar sağlam; karşı fırtına, cereyan ve kasırgalara muhkem, çarpacak her hareketin kendisinde paramparça olduğunu Üstadımız talebelerine söylüyor. O bazan eşikte sabahlayan hizmetkâr, bazan da Ankara’daki devlet idarecilerine gönderilen “büyükelçi.” Kalemi eline aldığında okuyucunun nutkunu kesecek kadar beliğ, mahkeme veya ders kürsüsüne de çıktığında dinleyeni beht-ü gayrete düşürecek kadar fasîh… Neşriyat için bunların hepsi lâzımdı… Zübeyrî çizgi, neşriyat âleminde muhtaç olduğumuz prensipleri de yaşayarak sistemleştirmiş.

Yeni Asya’da tebellür eden şahs-ı manevînin yorumlarından habersizce dünya medyasında hayatın yorumunu takib etmenin vehametini bilmemek; Üstadının çizgisinde olduğu vehmiyle sair cereyanlarda yaşamayı netice veriyor. Bazan netice yalnızca bir tarafgirliğe ve hatta sloganlara da incirâr edebilir. Hergün veya her hafta; bağlı bulunduğum FERÎD makamındaki şahs-ı mânevî bu hususta ne diyor, kaygısıyla gazetesini takib edenler, Zübeyrî çizgi’nin mahiyetini az-çok bilenlerdir.

Kur’ân, nazarlarımızı işlerin akibetine çevirir. Bediüzzaman Hazretlerinin hayatının ve “Nur Dâvâsı” tatbikatinin bir halitası olarak “Zübeyrî çizgi”yi gösterebileceğimiz kanaatindeyim. Molla Said’den Bediüzzaman’a, Garîbüzzaman’dan Said Nursî´ye ve İkinci, Üçüncü Said’e kadar uzanan bereketli bir ömrün akislerinin “Zübeyrî çizgi”de tecellî ettiğine inanıyoruz.

Meçhul denilecek şekilde mücerred ve sözlü bir gelenek değildir bu çizgi. Bilâkis arkasını Risâle-i Nur’a dayamış, pratiği on yıllarca yapılagelmiş müşahhas ve yazılı prensipler mecmuasıdır. Onda Nur Fabrikasının sehavetkârane intişarının yanısıra, Gül Fabrikasının nazlı rayihası da bulunur. Dâvâ mensuplarını haricî müşevveşiyet ve tehlikelerden korumaya çalışan bu çizgi; Nur Bahçesinin hırsızlarının kendisinden çok çekindiği bir çizgidir. Bahçenin meyvelerini gaspetmek isteyenler, bu çizgiyi bazan “siyasî,” bazan “kavgacı” ve bazan da “ayrımcı” olarak vasıflandırabilirler. Burada önemli olan bahçe sahiplerinin bahçeyi yabanîlerden korumasıdır. Bu çizginin istismara da şiddetle karşı olduğunu canlı şahitlerinden dinliyoruz. Dinin, İslâmın, Nurların ve bilhassa Üstad’ının kişi veya komitelerce menfaat ve siyasete âlet edilmesine müsaade etmez. Öz sermayesini kalpazanlardan korurcasına, dâvâsını herşeyin önünde ve üstünde tutar. Bu ince sırrın Zübeyir Gündüzalp’in vefatıyla umumî mânâda azıcık unutulduğuna ve bu ihmal ile bazı Nur Talebelerinin âlem-i İslâmın önünü tıkayacak üç önemli siyasî harekette maalesef maya olarak kullanıldıklarına şahit oluyoruz. Zîra, dost düşman bilir ki; “Nur Talebelerinin” karşı oldukları hiç bir siyasî hareket yaşama imkânı bulamamıştır.

Zübeyir Gündüzalp gazeteci değildi. Kur’ân nurlarını cihana neşir uğrunda “sıradan insanlardan” başarılı gazeteciler çıkarmıştı. Gazetecilik okulu ve seminerleri görmemiş bu Anadolulu serdengeçtilerin başlattıkları gazetecilik “sağ gazeteciliğe” adeta mektep olmuş. A. Şahin’e “tarihin şeref levhaları”, H. İsmail’e “tefekkürü”, N. Polat’a “ölçüyü” başlatan o olmuş. N. Şahiner’in “Bilinmeyen Yönleriyle…” ve “Son Şahitler”i ilk ateşleyen de o olmuş. Fıtrî mecraasında nebaan eden gazetecilerin sözkonusu eserleri şahs-ı mânevî ortamında meydana geldiklerinden, bugüne dek aşılamamışlar. O erimemiş enelerden çıkacak eserlerin tesirsiz veya muvakkat olduğuna işaret eder. Eser sahibi hayatta iken eserlerin berhayat olmalarıyla duâya vesile olmasını esas alır.

Zübeyir Gündüzalp’i tanıyanlar Zübeyrî çizginin hilim, edep ve haya abidesi mânâsına geldiğini de söylüyorlar. Yarım asra yakın ömrünü bu çizgide sürdüren bir ağabeyimiz onun için; Asr-ı Saadette olsaydı mutlaka o Hz. Ebû Bekir’in (r.a.) yerinde/ yanında yer alırdı, demişti. Bu sıddıkıyyetin ifadesidir. Sosyal hayatın inceliklerini bilenler onun fevkâlade bir müdebbir olduğunu, takvada imrendiğimiz ağabeyler de onun takvada zirve olduğunu söylüyorlar. Bir insanın aynı dönem içinde hem dershanede bulaşıkçı-temizlikçi, üniversitede hâtip, diplomaside “büyükelçi” ve cemaatin tesanüdü uğrunda “serdengeçti” olabileceğini havsalasına sıkıştıranlar, bu çizgiyi az çok anlayabilirler. Gerçi bu çizginin sistemleşmiş hâli Risâle-i Nur’da mevcuttur. Fakat bizim bugün bir Zübeyir’e değil binlerce Zübeyir’e ihtiyacımız olduğundan çizginin belirginleşmesinin ardı sıra koşuyoruz.

Zübeyrî çizgi günümüzün psikolojik hastalıklarına da devâdır. Burada; karizma ve kariyer yerine şahs-ı mânevînin havuzunda erimiş ihlâs, sadakat, metanet ve takva konuşur. Şahs-ı mânevînin bu ikliminde eriyen ferdlerde “merkez şahsiyetçilik” veya dominantlık olmaz. Onlar FERÎD makamının ihsan ettiği nurânî hisselerle yetinirler. Bu çizgi, haricî tesirlerden de muarradır. Toprağa benzer. Te’sire kalkışan güneş de olsa yedi ışıkcığını bünyesinde istihale makinasına atar: Bazen gül-lâle, bazen de başka çiçekler gibi o te’siri dışa vurur. Böyle olunca da ruhî rahatsızlıklara sebep kıskançlık, rekabet ve hodgâmlık gibi arızalardan kişiyi kurtarır. Burada siyasî hesap da olmaz. Tevekkül, teslimiyet ve nura sadakatin tüm siyasî oyunları; komitacılık, tarafgirlik ve nifağı bertaraf edeceğine inanılır. İhanet ve tahribe varmamak şartıyla Zübeyrî çizgiyi; fikrî paylaşımı, karşılıklı mütaalayı, nezih münâzarayı ve fikrine muhalif de olsa birlikte hareketi öngörür. Dâvâ içinde ferdin; kendisini seven-sevmeyen, taraf olan-olmayan anlayışını ihtilâlci bulur. Kur’ân dâvâsında faydalı olabilecek her ses, nefes ve hareketin istihdâmını esas alır. Küçük kusurlardan zayiata müsaade etmez.

Biz diyoruz ki, Yeni Asya, Zübeyrî çizgiyi takip ve temsile çalışıyor. En azından hedef ve gayesi bu. Bu lâhika mektubunu, yani Yeni Asya International’ı dikkate almayanlardan yüzlerce kişiyi beyabanlara düşmüş gördük. İnisiyatif sahibi, aktif ve şevkle sekînet ikliminde yaşamak isteyenlerin “Zübeyrî çizgi”ye olan ihtiyacı ortada… Hatta gazetesini aldığı halde okumayan; gözünü, kulağını ve kalbini dünya medyasına açanlar da büyük sıkıntılara maruz kaldıklarını itiraf ediyorlar. Her gün on binlerce Kur’ân şakirdinin gözüyle bakmanın, kulaklarıyla işitmenin ve akıllarıyla düşünmenin avantajını dünya ve ahirette yaşamak isteyenler “Zübeyrî çizgi”nin lâhika mektubunu itina ile almalıdırlar, kanaatindeyiz. Bilvesîle merhum kahraman Zübeyir Gündüzalp ağabeyi rahmetle anıyor ve ruh-U mübârekine Kur’ân’lar takdim ediyoruz.

Benzer konuda makaleler:

1 Yorum

  1. Lahana yaprağı kadar da olsa bir gazete lâzım?? sözlerinin sahibi Zübeyir Agabey degil Mehmet Nuri Gülec (Firinci Agabey) tir.
    Fırıncı Ağabey; neden böyle bir söylemenize rağmen gazete çıkarmıyor musunuz? sorusuna; “O günlerde Risale-i Nurların binlerce mahkemelerden beraati ile ilgili haberler basında yer almadığı için insanlar haberdar olamıyordu. Biz de en azından lahana yaprağı kadar da olsa biz basalım neşredelim dedik. Bugün ise YeniAsya, Zaman, YeniŞafak, Vakit gazeteleri hatta diğer gazeteler bile bu tür haberleri veriyor. Radyo ve televizyonlar internet sitelerinde Üstad Hz. ile Risale-i Nur ile ilgili haberler heryerde. Bizim çıkarmamıza gerek yok.” şeklinde cevap vermiştir.

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*