Zübeyrî çizgiden maksat…

Bundan yedi sene önce “Zübeyrî çizgi” tabirini ilk defa kullandığımızda, farkına varmadan bir sloganın doğumuna sebep olduğumuzu sonradan anladık. O günün manevî atmosferinin müşevveşiyeti ve havasının kurşunî ağırlığı ile yazılmıştı bu tabir. Bediüzzaman’ı doğru tanıma cehdi ve Risâle-i Nur’u orijinalinden kopmadan yorumlama gayretiyle koşturan fedakâr Nur Talebelerinin hissiyatına tercüman olmaya çalışmıştık. Dönüşümün değişim sloganıyla Türkiye’yi mengenesine aldığı ve tecdidin mânâsının uçurulmaya çalışıldığı günlerde her Nur Talebesi gibi biz de tedirgin olmuştuk. Fizyolojideki genetik değişime ilâveten insan psikolojisine de müdahale eden değişimcilerin çıkardıkları fırtınalarla dinî cemaatleri lerzeye getirdiği o dönemde, Zübeyrî çizgi ifadesi bazılarınca sanki yeni bir kimlik imiş gibi telâkkî edildi…

Yanlışların teorinin tatbiki esnasında ortaya çıkan hatalardan kaynaklandığını biliyoruz. Rabbimiz, insanların vahyi yanlış yorumlayıp sapıklığa düşmemeleri için, teoriyi pratize edecek Peygamberleri göndermiştir. Kur’ân’ı hadis ve Sünnet olmadan doğru anlamanın imkânsız olduğunu biliyoruz. Hayatının her karesi bize nümune-i imtisal olan Peygamberimiz (asm), Asr-ı Saadetini ümmeti için bir laboratuvara çevirdiğinden, artık yeni yeni deneylere ihtiyaç hissetmiyoruz. Aradığımız bütün cevapları o saadet atölyesinde bulabiliyoruz. Bin beş yüz senedir Asr-ı Saadetten ders alarak dünya medeniyetleri inşa eden üstadların eserleri ortadadır.

Zübeyrî çizgi derken bunu kastetmiştik. Yani Kur’ân’ın ahirzaman tefsiri olan Risâle-i Nur’la bütünleşmiş Bediüzzaman’ı ve tefsir-i Kur’ân’ı nazara vermek istemiştik. Zamanımızın emansız ve korkunç hastalıklarına Kur’ân’dan reçete sunan Bediüzzaman’ın hayatının akislerini Risâle-i Nur’da takip ettiğimiz kadar, o Kur’ânî eserlerle kutbiyet mertebesine yükselmiş talebelerinde de takip etmek istediğimizde, silsilenin en önemli ve son halkasını nazara verirken, tesbihin diğer habbeleri üzerinde yeterlice duramadığımızdan, Zübeyrî çizgi yer yer yanlış anlaşıldı.

Tarikattaki “fenafişşeyh” mertebesinin çok ötesinde Bediüzzaman’ın dâvâsında eriyenlerin sahibiyetleri, çok yönlülükleri ve cihandeğer kabiliyetleri üzerinde de yeterince durmamız lâzımdı. Bir hakikati nazardan kaçırmadan… Bediüzzaman’da ve onun dâvâsında varlık ve benlikleriyle erimişlerin, dünya ve ahiretleri cihetiyle “Risâle-i Nur’un pratikleri” olarak dirilmişlerin sayıları çok da fazla değil… Medresetüzzehra’da ders vermeye başlayan Bediüzzaman’ın ilk dönemde Van ve çevresindeki talebelerinin sayısı üç yüzün üzerindedir. Fakat Bediüzzaman’da fani olmuş, onda erimiş ve onun hissiyatıyla lebaleb olanların yerleri bellidir.

İşaratül-İcaz’ın kâtibi ve Seyda’nın hizmetkârı Ubeyd’e bu yönüyle hiç bakmamıştım. Sonra İstanbul hayatındaki talebesi, hizmetkârı ve zeki muhatabı Abdurrahman… Yeni Said’de Risâle-i Nur fabrikasının sahibi İslâmköylü Hafız Ali ve istikamet şehidi Asım… Sahibiyet ve şahs-ı manevîyi nefsinde taşıyan Hasan Feyzi’den boşalan yeri tâ Konyalı Zübeyir’e kadar birçok farklı meziyetiyle dolduran Tahirî…

Zübeyir Gündüzalp’i farklılaştıran hususiyetlerin üzerinde Risâle-i Nur Külliyatı çerçevesinde yapılacak ilmî bir çalışma, bizi de inkıbazdan kurtarır kanaatindeyiz. Talebeleriyle istişare ederek Zübeyir’i Emirdağ’ında kabul eden Bediüzzaman, baki dâvâların fani şahıslara mal edilemeyeceğinin pratiğine koyulur. Daha doğrusu kendi yerine ikameye çalıştığı, Kastamonu’dan bu yana çimlendirerek büyüttüğü “şahs-ı manevî”nin inşasını Zübeyir’le yükseltmeye başlar. Tam on sene… Her nefsin dayanamayacağı kadar çetin bir imtihan. Bediüzzaman’ın terbiye imbiğinden geçmiş geceler ve gündüzler. On sene gibi görünse de mahiyet itibariyle bir ömrü aşan bu sürecin sonunda, şahs-ı manevînin merkezindeki yükün altında Zübeyir’den başka kim dayanabilirdi ki…

Risâle-i Nur’un fert fert veya nefes nefes hayata akışını sağlamak için Zübeyir’lerin Üstadlarıyla tesis ettikleri laboratuvarları bilhassa lâhika mektuplarının satırlarından çıkarak incelemek gerekiyor. Risâle-i Nur’un temsil ettiği dört esasın (tevhid, haşir, nübüvvet ve adalet) hayata tatbikini o pratiklerle daha iyi anlıyoruz. Uhuvvet, ihlâs, iktisat, rehberler, müdafaalar, Asayı- Musa ve Zülfikar gibi eserlerdeki teorilerin hayatımıza nasıl tatbik edeceğimizi Üstadımız ve ağabeyler hayatlarıyla izah ettiklerinden, bütün bu atölye çalışmalarını “Zübeyrî çizgi” olarak seslendirmiştik. Bediüzzaman ve Risâle-i Nur’larla alâkalı olarak bütün orijinal ve doğru bilgilerimiz bu çizgiye dahildir.

Zübeyrî çizgi denildiğinde teşahhus, tahdit ve temellük gibi, Kur’ân’dan nebean eden Risâle-i Nur deryasını sınırlayacak hiçbir mânâ hatıra gelmemelidir. Hiçbir cemaat, grup, şahıs veya zümre bu tabiri sloganlaştırarak tekeline alamaz.

Zübeyir Gündüzalp, Bediüzzaman’da eriyince Risâle-i Nur’un pratiği olarak ortaya çıkıyor. Yazılı, kuvvetli ve orijinal metinler önümüzde durdukça, hiç kimse “Zübeyrî çizgiyi” sloganlaştırmayacaktır. Dolayısıyla yükselen bir değer olarak onu istismar edemeyecektir. Hayatını Risâle-i Nur’a muhalif hiçbir cemaat, parti, grup ve şahsiyete istismar ettirmeyen Zübeyir’in mematında da istismara müsaade etmeyeceği kanaatindeyiz. Ruhu şad olsun.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*