Zübeyrî Çizgiden, Zübeyrî Sisteme

İçtimaî hadiselerin “beyaz karanlıklar” gibi dört yanımızı sardığı zamanlarda, yön bulmada çektiğimiz sıkıntıyı iyi biliriz. Bazen ölgün bir deniz fenerine, bazen dağ başlarındaki işaret taşlarına veya incecik çizgilere o kadar ihtiyaç duyarız ki… Yaz mevsiminde, gün ortasında sislerin şehir ve ovaları nasıl esir aldıklarını yaşayanlar, hislerimize güzel tercüman olurlar. Asırlık yollar, elli altmış seneyi aşkın caddeler ve fevkalade aşina olduğumuz çarşılar, harici akımların içimizde oluşturduğu fırtınalarla bize yabanileşir ve burnumuzun ucunu görmemizi engellerler. Davanın müstakimleri veya  çınarları olarak telakki ettiğimiz hizmet erlerinin “cadde-i kübra”dan şaşıp beyabanlara yöneldiği zamanların ,“çok korkunç” zamanlar olduğunu hepimiz mükerrer defalar yaşamışızdır.

Bu zamanlarda, “nurun kahramanları” sele veya rüzgâra gitmesin diye daha çok esaslara sarılmışlardır. Kalebentlerce siperi korumaya ve belki de “def-i şerre” yönelmişlerdir, o dehşetli günlerde… Ölgün bir ışık, yabanda bir işaret taşı veya önden gidenlere ait ince bir çizgi; çölde dudakları şerha şerha olmuşlara bir yudum su kadar hayatî gelmez mi?

Zübeyrî Çizgiyi, Bedîüzzaman Hz.lerinin seksen küsür senelik hayatının çerçevesini işaretleyen ince hattan farklı anlamaya kalkışanlar, altıbin sayfalık Kur´ânî Külliyatının detaylarına dikkat etmemişlerdi. Nurs’tan Tağ’a, oradan Norşin´e, Doğubeyazit ve Kubbe-i Hasiyyeden ta Ruha’daki Dergâha uzanan hayatın; dava, meslek ve meșrebinden bahsetmek isteyenler “Zübeyrî Çizgiyi” bir tanım olarak seslendirmiş olabilirler.

SİSLER DAĞILIRKEN…

Cihanısarsan sosyal hadiselerinin on küsür senedir çıkardığı sisler dağıl mıyor mu? Zübeyrî Çizginin istikametini, dik duruşunu ve granitlerden daha muhkemce zamanın yaman  dalgalarına mukavemetini dostlarla birlikte düşman da alkışlıyor, bugün. Kaderin  garip tecellilerini seyretmek isteyenler, bu dairenin içinde ve yakınında en az on-onbeş senedir yazılanları arşivlerden çıkarıp, söylenenleri hatırlamaya çalışabilirler.Bir başka  mukayese ile, Yeni Asya’yı kaderce yerleştirildiği mümtaz yerinde daha farklı bir heyecanla onu    seyredebileceklerdir.. Vazifelerinin yalnızca nurlara hizmet, sahibiyet, erkân ve naşir olduğunu bilenler; harici ve dahili cereyanlarca yapılan iğfal, korkutmaca,dezinformasyon, nifak ve tahriklerin bir gün zayıflayacağını ve tevakkuf devresinin yeni bir fütüha ve ferec ile devam edeceğine hep inana geldiler. Abdurrahman  (k.s.) ile belirginleşen Zübeyrî Çizginin Asım´lar, Hafız Ali´ler, Hasan Feyzi´ler, Tahirî´ler ve Zübeyir´ler le (Rahmetullahi Aleyhim) istikbalde sistemleşeceğine de inandılar. Zübeyir´in bir hayatın müntehasından ortaya çıkmış meyvece Bedîüzzaman´a gelişi garip değil mi? “… Hakikî fedakâr Zübeyir, en lüzumlu ve hizmete şiddet-i ihtiyacın zamanında buraya imdadıma geldi…” ifadesi Zübeyrî Çizginin yanlızca bir ucunu gösterir, bize. Horhor’un  kahramanlarında; Molla Habib, Molla Resul, Ubeyd, Hamza ve Molla Hamid´lerde de “Zübeyrî Çizginin” olmadığını kim söyleyebilir ki… Fakat Zübeyr’i  bir çizgi ile öne çıkaran şartların arasına, Seyda´nın irtihalinden sonraki süreçte yaşananları da katmak gerekiyor. Üstadımızın çocukluğunda esas aldığı hürriyet, barış ve meşvereti Nazilli´deki kulübecikte Risale-i Nur Külliyatı çerçevesinde “sistemleştirmeye” gitmesi, Bediüzzaman’ın keramet ve müjdesini ortaya koyuyordu: Üstad´tan sonra “meşvereti sistemleştirerek” hakim kılmak. Meşveret ve Şura´yı “ yağlı ilmiklerinlerin” gölgesinde müdafaa eden, ellerine ayaklarına sarılmış „dünyay-ı deniyyeyi” eliyle iterken talebeleriyle danışan, istiğna düsturunda  İmam-ı Ali´den ayrılmamak üzere  tenceresini, giysi ve yorganını  satarak bize  hesap veren üstadımız hayatındaki meşvereti mematından sonra  da sistemleştirmeye giden “Zübeyir”, haleller içinde belirgin bir renkle herkesin dikkatini çekmiştir. Zübeyr´in tıpkı Abdurrahman, Asım, Hafız Ali, Hasan Feyzi ve Tahirîler gibi Bedîüzzaman’ı bizzat yaşadığına şahit olmak isteyenler, 1947´lerde başlayan Aafyon´un “Kara Zindanlarına” uğrayabilirler. Tesanüd´ü, tedbiri, ihlası, sadakati, kahramanlığı, sahibiyeti, müdebbiriyeti ve bilhassa “müsbet hareketi” Zübeyir´in lisan-ı halinden ders alanlar, Ankara’dsaki müstebit hükümete diz çöktürecekleri.

ÇİZGİDEN SÍSTEME

Zübeyrî Çizginin Zübeyrî sistemi dakik bir çerçeve ile ihata ettiğini, dikkatlice inceleyenler göreceklerdir. Tüm şekillerin oluşumu çizgiyle başladığından olacak ki, yıllardır farkına varmaksızın bu davaya hayatlarını koyanlar “Zübeyrî Çizgiyi” terennüm edegeliyorlar. Belki de ressamın asıl maksadını izhar etmeden ince çizgilerle işe başlaması gibi. Fakat  burada – kanaatime göre – meçhul bir şey yoktur. Bedîüzzaman Hazretleri eserleriyle tüm hat ve şekilleri ortaya koyarken, hayatıyla da bizzat onu yaşamıştı. iltizamımız, salabetli tarafgirliğimiz, ferdiyet geleneğine kısmen  bağlılığımız NURLAR´daki ince hakikatleri ve önemi detayları görmemizi engellemiş olabilir.

Ehl-i tahkik  baştan beri doğru çizgileri ve hudutları biliyor ve görüyorlardı.Veya Zübeyir Ağabey’e kalsaydı,o üstadını Dergah’tan alem-i bekaya yolcu eder etmez,işe direk sistem ile başlayacaktı,kısmen başlamış da…Gel gör ki,Nur kahramanlarının eteklerini tutan”ferdiyet” zaafı,Zübeyir ve beraberlerindekilerinin ayaklarına kayıt oldu ve çizginin sisteme geçişini geciktirdi,.. Bunlar dahili manialar..Nifaka bürünmüş istibdadın süfyaniyyet ve deccaliyet adına mütemadi müdahaleleri belki de hakiki bebepti..Hile,fitne ve aldatmacanın anaforuna kapılan nice serdengeçtilerin cesetlerini zaman nehrinin sahillerinde görenler bizi daha iyi anlayacaklardı..

Fakat zaman ve mevsim bizi zaübeyri sisteme geçeişi adeta mecbur bırakıyor gibi..Şahs-ı manevinin üstadımızın yerine geçmesininb zamanı geçmiyor mu? Dahili ve harici maniaların Kudret eliyle  bertaraf olduğu bu zamanda bahanemiz de kalmadı…Geç kalmıyor muyuz…

Not: Tevfik-i İlahi refik olursa “Zübeyri sistemden” ne anladığımızı da yazacağız..

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*