Zübeyrî üslûp

“Üslûb-u beyan aynıyla insan” meselesini çok duymuşuzdur. Yalnız burada, sadece bir ferdin üslûbu mevzubahis olmayacak… Dokuz yaşında biricik annesinden kopup, 87 yaşında “Halilürrahman Dergâhından” semalara yükselen Bediüzzaman Hazretlerinin cemaatîleşmiş, kıtaları coğrafyalarıyla aşarak cihanşümûlleşmiş “Kur’ânî üslubu”nun “Zübeyir”deki aksini nazara alacağız.

Zübeyir Gündüzalp her ne kadar 1946-47’lerde Konya’da Risale-i Nurlarla tanışıp Afyon zindanında Üstad ve talebeleriyle kaynaşmış ise de; o­nun Üstadı tarafından cemaat içindeki varlığının ilânı “Hakikî fedakâr Zübeyir, en lüzumlu ve hizmette şiddet-i ihtiyacım zamanında buraya imdadıma geldi. Yoksa Isparta’dan o sistemde birisini isteyecektim” (Emirdağ Lâhikası S.262) cümleleriyle karşımıza çıkar. Milyonların eşiğinde yatıp hizmetine can attığı bir zamanda “Zübeyir seçimi” tetkike değer bir meseledir. Üslûbun içerisine elbette ki lisan-ı hal ve davranışlar da girer. Fakat biz şu dar çerçeveli yazımızda, yalnızca “Zübeyir”in yazılı ve sözlü üslûbundan bahsedeceğiz.

Çocukluğumuzda ve gençliğimizde o­nun müdafaası okunurken çok heyecanlanırdık. Orta yaşlarda tekrar be tekrar okuduğumda, müdafaada yalnızca lirik hamasetin değil, mantığın da esas alındığını düşündüm. Yalnızca müdafaada değil, diplomat, milletvekilleri, üniversite talebeleri ve ehl-i ilmin önünde verdiği konferansta da aynı husus geçerli değil mi? Nazik, mütevazî, fevkalâde akıcı, yalın ve kendisinden emin bir üslûp… Muhatabının itiraz yollarını güllerle kapatan beliğ ve muknî bir beyan… o­nun kullandığı kelimeleri genellikle sokakta, dost meclislerinde ve ilmî mahfillerde çok duymuşuzdur. En derin ve ağır meselelerin sehl-i mümtenî sûretinde efkâr-ı âmmenin anlayacağı ifadelerle anlatımı, esasında Üstadına ve Risale-i Nur’a aittir. Emirdağ mektuplarının birinci ve ikinci ciltleri arasında üslûp olarak fazla fark görebileceğinizi zannetmiyorum. Kur’ân’dan doğan bazı derin imanî bahislerin açıklamalarında kullanılan kelimelerin çoğu hepimize âşinâdır. Günümüzdeki akademisyenlerin yazdıkları makaleleri anlamakta çektiğimiz sıkıntıyı biliyoruz. Ehl-i ilme en derin mevzuları anlatırken Zübeyrî üslûbun kazandığı akıcılığı anlamak için, Üstadımızın Sözler kitabının sonunda neşrettirdiği “Konferans”ı tekrar okumakta fayda vardır kanaatindeyim.

Zübeyrî çizgi Bediüzzaman Hazretlerinin hayatının üç devresinden haber verdiği gibi Zübeyrî üslûbun da Risâle-i Nur üslûbunun hâtimesinden haber verdiğini düşünüyoruz. Eski Said döneminde yazılmış bir çok eserin Üçüncü Said’de tekrar gün yüzüne çıkması büyük hikmetler ihtiva eder. Divan-ı Harb-i Örfî, Münâzarât, Hutbe-i Şamiye ve Sünuhat’ın Zübeyir Gündüzalp’in hizmetkâr olduğu dönemde tekrar tashihten geçirildiklerini, ekleme ve çıkarmaların yapıldığını biliyoruz. Bu çalışmalara Zübeyir Ağabeyin kâtiplik yaptığını da unutmamak gerekiyor.

“Zübeyrî üslûbun” Üstadımızın kaleme aldığı ilk eserinden ağabeylere verdiği son derse kadar tüm yazdıklarıyla mütenasip olduğunu söylemek bir iddia olmaz kanaatindeyiz. Merhum Abdurrahman’ın yazdığı küçük tarihçeye bina edilen “Tarihçe-i Hayat”ın da bir çok parçalarının Zübeyir Ağabey tarafından yazıldığını çerçeveye dahil ettiğimizde; üslûb sıkıntısı çeken Nur Talebelerinin, bu kaynağa dönmeleriyle sözkonusu sıkıntılardan kurtulacaklarına inanıyoruz.

Risâle-i Nur’un Kur’ân tefsiri olarak fikren orijinalliğine inananlar, üslûb olarak da orijinalliğine inanırlar. Bu muallâ üslûbun takipçisi “Zübeyrî üslûbun”; yalın, selis, şirin, muknî, heyecan ve sekîneti aynı potada yoğuran ikliminden kopmayanlar ise; ilmîlik, mütefennin ve ağdalılık tuzaklarına düşmezler.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*