Zülfikar hacc yolunda

altBedîüzzaman Hazretleri, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra “Zülfikar” ve“Asâ-yı Mûsâ“ olarak doğan ve asılları önceden telif edilmiş eserleri için;“Bu acib asarıda, ehl-i îman Risale-i Nur´a ve ehl-i fen ve mektep muallimleri Asâ-yı Mûsâ´ya muhtaç oldukları gibi, hafızlar ve hocalar dahi Zülfikar’a şiddetle muhtaçtırlar. Evet, meselâ, i’câz-ı Kur’âniye bahsindeki ekser âyetlerin medâr-ı şüphe ve îtiraz olmuş aynı yerlerde i’câzın lem’aları ve Kur’ân’ın güzel nükteleri ispat edilmiş.“(Asâ-yı Mûsâ) diyor.

Bu ihtiyacın Anadolu ve Türk coğrafyası ile sınırlı olmadığını,Alem-i İslam’ı teşkil eden tüm coğrafyaların bu eserlere şiddetle muhtaç olduklarını,Üstadın talebelerine yine gönderdiği mektuplardan öğreniyoruz.

“Denizli kahramanı Hafız Mustafa, İstanbul’dan aldığı Zülfikar ve Asâ-yı Mûsâ ve Sirâcü’n-Nur’u- ki Hindistan ulemasına gönderilecekti—onları alıp, yolda bazı hacılara okutup, beraber Medine-i Münevverede Keşmirli gayet meşhur bir âlim ve Türkçeyi de güzel bilen zata teslim etmiş. O zat da çok takdir edip kat’î teminatla Hindistan ulemasının merkezine göndereceğini ve Medine-i Münevvere’ye mahsus olan mecmualar da yetiştiğini ve sair yerlere de gönderilen mecmualar selâmetle yetiştiğini Denizlili Hafız Mustafa’ya arkadaş olup ve yolda Nurları okuyarak giden hem genç, hem Nurcu iki Afyonlu hacı ve başka hacılar, bu müjdeli haberi bana getirdiler ve hariçte Risale-i Nur’un ehemmiyetli revacını ve makbuliyetini müjdelediler.“

(Emirdağ Lâhikası)

Hacc alem-i İslam için bir kongre olarak da telakki eden Bedîüzzaman’ın; Hindistan, Java, Mısır ve Türkistan’a göndermek istediği eserleri için hicazı seçmesi çok ilginçtir. Denilebilirki; hacc mevsimi, aynı zamanda Risale-i Nur’un İslam dünyasına açıldığı bir imkandır. Avrupa’daki Nur talebeleri bu ince hakikati bilhassa Emirdağ Lâhikası’ndaki mektuplardan öğrendiklerinden, tam otuzbir senedir Risale-i Nur´ları hacc yoluyla İslam dünyasına ulaştırmaya çalışıyorlar. Daha çok Arapça, İngilizce ve Farsça gibi eserleri, Türkçe risalelerle bavullarına dolduran bu kardeşlerimize, bu güne kadar Suudî yetkilileri, gümrüklerde mani olmadılar. Otuz seneyi aşan bu güzel geleneğin, Zülfikar ile taçlandırılmasını, bu sene hacc yoluna girmiş olanlara, heyecan verici bir fırsat sunuyor.

Denilebilinir ki; Risale-i Nur´un ehemmiyetini kavramış bir fert, hacca giderken, zarurî eşyalarının arasına nurlardan koymaktadır. Bilhassa Arapça ve İngilizce´ye tercüme edilmiş olanları daha çok tercih eden hacı adaylarının, Türkçe´den de birçok eserleri mütemadiyen kutsal beldelere taşıdıklarına şahit ola geliyoruz.Fakat ilginçtir ki, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Türkiye’nin Birleşmiş Milletler’e üye olmakla Sovyetlerin şerrinden kurtulmaya çalıştığı yıllarda, Kemalistlerin uyguladıkları Hacc yasağı, kısmen kaldırılmıştı. Bu aralıktan istifade eden Bedîüzzaman’ın başta Zülfikar olmak üzere, Asâ-yı Mûsâ ve diğer eserlerini Mekke – Medine’ye göndermesi, yalnızca nurların neşriyle izah edilemez. Dünyamızın ve bilhassa alem-i İslam’ın girdiği yeni bir ferec döneminin başlangıcının Zülfikar ile yapılması,elbette tesadüfî olamazdı. Hicaz´ın Risale-i Nur´u kucaklamasına bir nişane olduğu gibi, Zülfikar ve Asâ-yı Mûsâ´nın, Kabr-i Peygamberî üzerinde görünmeleri; alem-i Nasraniyette deccaliyetin ve alem-i İslam´da ise Süfyaniyetin, mağlubiyet süreçlerine gireceklerini de haber vermiş olmalıydı.

Haccın müslümanlar için bir kongre olduğunu kabul ettiğimiz takdirde, bu kudsî kongreye sunulacak Kur’anî ve Nebevî bildirilerin, bu zamanda elbette Zülfikar ve Asâ-yı Mûsâ gibi eserler olacağını anlarız. İmam-ı Ali (r.a.) aracılığıyla, ahirzamanın en şerir cereyanlarına, köklerini kesmek üzere ilgililere ve yetkililere gönderilen Zülfikar´ı, bu mevsimde Hicaz’a taşımanın manasını bilenler, bavullarını beşer beşer, onar onar koyup, kongrenin en kıymetli delegeleri olduklarını da bu vesile ile ispat ediyorlar.

Bedîüzzaman’ın Hicaz´dan sonra, Nurları neşir çerçevesinde en fazla kıymet verdiği yerin Mısır olduğunu biliyorsunuz. Çok ilginçtir ki; Ezher´in yolu da genellikle Hicaz´dan geçiyor. Mısır’dan Hicaz’a gelen talebeler aracılığıyla Risale-i Nur´lar, Ezher ulemasına ulaştırılıyordu, o dönemlerde.

“Salisen: Ben, ikisini Camiü l-Ezher ulemasına, ikisini Medine-i Münevvere´nin Ravza-i Mutahhara civarındaki alimlerine, ikisini de Şam-ı Şerif heyet-i ulemasına göndermek üzere üç Asâ-yı Mûsâ, üç Zülfikar´ı hazırladım.”

(Emirdağ Lâhikası)

Zülfikar´ın 2017’de tekrar neşredilmesinde, başka hikmetler arayanlara da kulak vermek gerekir, kanaatindeyiz. 1945’te, Türk milletinin kısmî hürriyete, yani Kemalizm’in mutlak istibdadından kurtuluşuna tevafuku, yine otuzbeş sene sonra kısmî istibdatların sona ereceğine bir emare olarak görenlere de hak vermek lazım. Muhtevasındaki tevhid, haşir, nübüvvet ve adalet özellikleri ile hem global ve hem de lokal dinsizliklere deva olacak Zülfikar’ı çoklukla Hicaz’a taşıyanların, zamanımızın en mutlu insanları olacağına dair kanaatimizi hadiseler pekiştirmeye devam ediyor:

“Evet, bu sene hacca gidenler, Mekke-i Mükerreme´de Nurun kuvvetli mecmualarını büyük âlimlerin hem Arapça, hem Hintçe tercüme ve neşre çalışmaları gibi, Medine-i Münevvere´de dahi o derece makbul olmuş ki, Ravza-i Mutahharanın Makber-i Saadeti üstünde konulmuş. Hacı Seyyid, kendi gözüyle Asâ-yı Mûsâ mecmuasını kabr-i Peygamberî (a.s.m.) üzerinde görmüş. Demek makbul-ü Nebevî olmuş ve rıza-yı Muhammedî Aleyhissalâtü Vesselâm dairesine girmiş. Hem niyet ettiğimiz ve buradan giden hacılara dediğimiz gibi, Nurlar bizim bedelimize o mübarek makamları ziyaret etmişler.”

(Şualar)

Hadsiz şükürler olsun.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*