Onların en büyük meselesi—muvakkat olduğu için—bizim meselemizin en küçüğüne—bekaya baktığı için—mukabil gelmiyor. Madem onlar divânelikleriyle bizim muazzam meselelerimize tenezzül edip karışmıyorlar; biz, neden kudsî vazifemizin zararına onların küçük meselelerini merakla takip ediyoruz?
Aziz sıddık kardeşlerim,
Bu yaz mevsimi, gaflet zamanı ve derd-i maîşet meşgalesi hengâmı ve şuhûr-u selâsenin çok sevaplı ibâdet vakti ve zemin yüzündeki fırtınaların silahla değil, diplomatlıkla çarpışmaları zamanı olduğu cihetle, gayet kuvvetli bir metânet ve vazife-i nûriye-i kudsiyede bir sebat olmazsa, Risâle-i Nûr’un hizmeti zararına bir atâlet, bir fütur ve tevakkuf başlar.Aziz kardeşlerim, siz katî biliniz ki, Risâle-i Nur ve şâkirtlerinin meşgul oldukları vazife, rû-yi zemindeki bütün muazzam mesâilden daha büyüktür. Onun için, dünyevî merakâver meselelere bakıp, vazife-i bâkiyenizde fütur getirmeyiniz. Meyvenin Dördüncü Meselesini çok defa okuyunuz; kuvve-i mâneviyeniz kırılmasın.
Evet, ehl-i dünyanın bütün muazzam meseleleri, fânî hayatta zâlimâne olan düstûr-u cidal dâiresinde, gaddarane, merhametsiz ve mukaddesât-ı diniyeyi dünyaya fedâ etmek cihetiyle, kader-i İlâhî, onların o cinayetleri içinde, onlara bir mânevî cehennem veriyor. Risâle-i Nur ve şâkirtlerinin çalıştıkları ve vazifedâr oldukları fânî hayâta bedel, bâkî hayata perde olan ölümü ve hayat-ı dünyeviyenin perestişkârlarına gayet dehşetli ecel celladının, hayat-ı ebediyeye birer perde ve ehl-i imânın saâdet-i ebediyelerine birer vesile olduğunu, iki kere iki dört eder derecesinde katî ispat etmektedir. Şimdiye kadar o hakikati göstermişiz.
Elhasıl: Ehl-i dalâlet, muvakkat hayata karşı mücâdele ediyorlar. Bizler, ölüme karşı nûr-u Kur’ân ile cidaldeyiz. Onların en büyük meselesi—muvakkat olduğu için—bizim meselemizin en küçüğüne—bekaya baktığı için—mukabil gelmiyor. Madem onlar divânelikleriyle bizim muazzam meselelerimize tenezzül edip karışmıyorlar; biz, neden kudsî vazifemizin zararına onların küçük meselelerini merakla takip ediyoruz?
Bu âyet “Siz doğru yolda oldukça, sapıtmış olanlar size zarar veremez. (Mâide Sûresi: 105.)” ve usûl-ü İslâmiyetin ehemmiyetli bir düsturu olan “Er-râzî bi’z-zarari lâ yunzeru lehû.”
Yani, “Başkasının dalâleti sizin hidâyetinize zarar etmez; sizler, lüzumsuz onların dalâletleriyle meşgul olmayasınız”; düstûrun manası: “Zarara kendi râzı olanın lehinde bakılmaz, ona şefkat edip acınmaz.”
Madem bu âyet ve bu düstur, bizi, zarara bilerek râzı olanlara acımaktan men ediyor; biz de bütün kuvvetimiz ve merakımızla, vaktimizi kudsî vazifeye hasretmeliyiz. Onun hâricindekileri mâlâyânî bilip, vaktimizi zâyi etmemeliyiz. Çünkü elimizde nur var, topuz yoktur. Biz tecâvüz edemeyiz. Bize tecâvüz edilse, nur gösteririz. Vaziyetimiz bir nevî nûrânî müdafaadır.
Emirdağ Lâhikası, s. 89
Benzer konuda makaleler:
- Dördüncü Mesele’yi çok defa okuyunuz
- Dünyevî merakâver meselelere bakmak
- Dördüncü Mesele’yi çokça okuyunuz
- Dördüncü Mesele’yi çok defa okuyunuz
- Bu yaz mevsimi, üç ayların çok sevaplı ibâdet vakti
- Bu yaz mevsimi şuhur-u selasenin çok sevaplı ibadet vakti
- Bu yaz mevsimi, üç ayların çok sevaplı ibâdet vakti
- Bu yaz mevsimi, üç ayların çok sevaplı ibâdet vakti
- Bu yaz mevsimi, şuhûr-u selâsenin çok sevaplı ibâdet vakti
- Risâle-i Nur ve şâkirtlerinin meşgul oldukları vazife
Kur’an’ı çağa tefsir ederek, “Ben kimim, nereden geldim, nereye gidiyorum, bu dünyadaki vazifem nedir?” sorularına cevaplar sunan, “iman-ı tahkiki”, “ahlâk” ve “istikamet” rehberi Risale-i Nur Külliyatı’nın müellifi.
İlk yorum yapan olun