Mevlid-i Nebevî’den Bediüzzaman Mevlidlerine

Mevlid okuma/okutma geleneğinin merhum Süleyman Çelebi ile başladığı kabul edilir. Hâlbuki mevlid olayı Resûl-i Ekrem’in (asm) doğumuna dayanır. Çünkü “mevlid” kelime olarak velâdet, doğum, doğma, doğulan yer, doğulan zaman anlamlarına gelirken ıstılahta Hz. Muhammed’in (asm) doğumu, Hz. Muhammed’in (asm) doğumu menkıbesi ve hayatı ile ilgili eser, Süleyman Çelebi’nin bu konudaki meşhur ve yaygın eseri ve bu eserin okunduğu dinî tören olarak geçer.

İnsanlık için mevlid, yeniden doğuş, kendini okuma, günahlardan arınmak olsa gerektir. 571 yılına doğru hayalen bir yolculuk yapalım:

Yeryüzü zifiri karanlığa bürünmüş, göz gözü görmüyordu. İnsanlık yolunu kaybetmiş, kurtuluş yolunu arıyordu. Rehber olarak kabul edilenler de yollarını şaşırmıştı. Babalar kızlarını diri diri toprağa gömecek kadar vahşileşmişti.

İnsanlar vahşileşmiş, cehalet ve dalalet bataklığında boğulmaya yüz tutmuşlardı. İnsanlar vahşilikte, birbirlerini yemede aslanları, sırtlanları bile geride bırakmıştı.

Dünya adeta zalimindi, mazlumun hayat hakkı bile yoktu. Zalimin zulüm kamçısı altında mazlum inim inim inliyordu. Zalim izzetinde, mazlum zilletinde bu dünyadan göçüp gidiyordu.

Varlıklar, insanlığın işlediği zulüm ve vahşetten mâteme bürünmüştü. Gözyaşları kurumuş, artık kalpler ve ruhlar ağlıyordu. Kalplerin ve ruhların üzüntülerine dünyalar da ortak olmuştu. Adeta dünya bir mâtemhâneye dönmüştü. Dünyaya gönderiliş gayesini unutmuş olan insanlık; “Allah’ı tanımak ve ibadet etmek”ten uzaklaşmıştı.

“Tevhid” inancından mahrum olan insanlık adeta küfür ve şirk derelerinde at koşturuyordu. Gönüllerde, kalplerde “tek ilah”ın yerini, sayısız putlar doldurmuştu.

İnsanlık hakiki sahibini arıyordu…

Kâinatı yoktan var eden, varlığından haberdar eden Zat, elbette bunlara bir çare bulacaktır. Çünkü o, sonsuz merhamet sahibidir. Küfür devam etse de zulüm devam edemezdi.

O, yolunu şaşıran insanlığa bir rehber göndermeyi ihmal etmeyecektir. Karanlık gecelerin nurlu sabahı yakındı. Nurlu sabahlar güzel günlerin müjdecisidir.

İşte, insanlığın asırlardır beklediği o zât (asm) geliyordu. Zira onun ismi göklerde Ahmed, yerde Muhammed’di. Âlemler onun yüzü suyu hürmetine yaratılmıştı.

O, Allah’ın son peygamberi ve bütün insanlığın baş tacı olacaktı.

O, beraberinde getirdiği nur ile dünyanın manevî şeklini değiştirecek eşsiz insandı.

O, cinlere ve insanlara ebedî mutluluğun yollarını gösterecekti.

O, yaratılışın sırlarını çözecekti.

O, âlemlere rahmet olarak gönderiliyordu.

O, gönüllerin efendisi, kalblerin sevgilisi, akılların öğretmeni, nefislerin terbiyecisi ve ruhların sultanı olacaktı.

Âlemler hürmet ve heyecan içinde efendisini beklemekteydi. Her varlık kendine mahsus dilleriyle, hâl ve hareketleriyle bu eşsiz insana “Hoş geldin! Safa geldin!” demek üzere sevinç ve neşe içinde hazır bekliyordu.

Onunla dünya tarihinde yeni ve bembeyaz bir sayfa açılıyordu…

Meşhur Fil olayından 52 gün sonra,12 Rebiülevvel…

Miladi takvimler 20 Nisan 571 yılını gösteriyordu.

…ve Nurlu bir pazartesi gecesi. Sabaha karşı, seher vakti, Mekke’nin doğusunda bulunan “Hâşimoğulları Mahallesi”nde muazzam bir olay gerçekleşti:

Kâinatın Efendisi Hz. Muhammed (asm) dünyaya teşrif etti.

Bununla birlikte âlem, asırların elemini unutarak sevinçlere gark oldu. Karanlıklar yırtıldı, her yer nurla doldu. Kâinat sevincinden adeta Süleyman Çelebi gibi haykırıyordu:

“Âmine Hatun Muhammed annesi

Ol sadeften doğdu ol dürdanesi

Çünkü Abdullah’tan oldu hâmile,

Vakt erişti hefte vü eyyam ile.

Hem Muhammed gelmesi oldu yakîn,

Çok alâmetler belirdi gelmedin.

……………………..

Bu gece şadan olur erbab-ı dil,

Bu geceye can verir ashab-ı dil.

Rahmeten lil-âlemindir Mustafa,

Hem şefiu’l-müznibindir Mustafa.

Vasfını bu resme tertip ettiler,

Ol mübarek nuru terğib ettiler.

……………

Geldi bir ak kuş kanadıyla revan,

Arkamı sıvadı kuvvetli heman.

Doğdu ol saatte, ol Sultan-ı Dîn

Nura gark oldu semâvât u zemîn.”

***

Ahmed b. Hanbel, Müsned’inde İbn-i Abbas’tan şöyle bir rivayete yer verir:

“Peygamber (asm) pazartesi günü doğdu. Pazartesi günü peygamber oldu. Pazartesi günü vefat etti. Mekke’den Medine’ye hicret için Pazartesi günü yola çıktı. Medine’ye Pazartesi günü geldi. Hacerü’l-Esved’i Pazartesi günü kaldırdı.”

Peygamber Efendimiz’in (asm) doğduğu yerde bugün bir kütüphane bulunmaktadır. Günümüzde hacılar Resûl-i Ekrem’in (asm) doğumuna şahitlik eden bu yeri ziyaret ederler.

Ebelik hizmetlerini Abdurrahman b. Avf’ın annesi Şifa Hatun ve Osman b. Ebu’l-As’ın annesi Fâtıma Hatun yerine getirmiş, evin baba yadigârı cariyesi olan Ümmü Eymen de (Bereke) yardımcı olmuştu.

Kutlu doğum olayı daha sonra İslâm tarihinde “Mevlid” olarak yâd edilecek, bu gece kandiller zincirine eklenecek ve “Mevlid Kandili” olarak ihyâ edilecektir. Peygamber Efendimiz’in (asm) hayatını ele alan manzum eserlere de “mevlid” adı verilecektir. Buradan hareketle Müslümanlar bu manzumeleri okumak veya okutmak sûretiyle, başta Peygamber Efendimiz (asm) olmak üzere hâsıl olan duâsını âhirete göç etmiş yakınlarına ve dostlarına hediye etmek âdetini başlatacaklardır.

İşte onlarda biri de başta Peygamber Efendimiz (asm) olmak üzere, bütün peygamberler, Ashab-ı Kiram ve Bediüzzaman Said Nursî ve diğer ahirete intikal eden Risale-i Nur talebeleri ile ehl-i imanın ruhlarına ithafen okutulan “Bediüzzaman Mevlidleri”dir. Bediüzzaman mevlidleri değişik tarihlerde başta Said Nursi’nin hayatının geçtiği özellikle Isparta, Van ve Urfa gibi yerlerde okutulmaktadır. Bu merkezlere son zamanlarda yeni yerler de eklenmiştir. Bunların yerleri ve tarihleri gazetemizde ilân edilmektedir.

Bu güzel manevi havaya gıpta ile kimlerin baktığına Bediüzzaman, şu sözleriyle işaret etmektedir:

“Semâvât zemine gıpta eder ki, zeminde hâlisen lillâh sohbet ve zikir ve tefekkür için, bir-iki adam, bir-iki nefes, yani bir-iki dakika beraber otururlar, kendi Sâni-i Zülcelâlinin çok güzel âsâr-ı rahmetini ve çok hikmetli ve süslü âsâr-ı san’atını birbirine göstererek Sânilerini sevip sevdirirler, düşünüp düşündürürler.”1

Mevlidler aynı zamanda uzak-yakın gönül dostlarını da bir araya getirmekte ve hasretliklerin giderilmesine vesile olmaktadır.

Dipnotlar:

1- Bediüzzaman Said Nursi, Barla Lahikası, s. 419

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*