“Risale-i Nur müşteri aramaz” mı?

Hakikatin sığlaştırılması, insanın köreltilmesinden beter.

Çünkü insan köreltilse, sadece kendini ve dünya hayatını etkilerken, hakikat köreltilse topyekûn kitleleri, ona gönül verenlerin hem dünya, hem ahiretlerini etkiler. Hedefin, neticenin pek çok yolları olabilir. Sadece tek bir yolu gösterip ‘herkes buradan gitsin’ demek, aslında hedefi köreltmektir. Pek çok özelliği olan, çok detaylı programlar yüklenmiş bir telefonu, sadece arama için kullanırsanız, o telefonu ortaya koyan zekâyı köreltirsiniz.

Bir fikir, ona emek veren zekâların farklı bileşenleriyle hayat bulur. Fikri açıklamak, anlamak, beyin fırtınası yapmak, farklı anlama noktalarını çözmek, fikre ve hakikate giden insanların evvela zekâlarının borcudur. Farklı fikirler, farklı işçilikler hakikati besler, büyütür, renk verir. Kastım her kafadan bir ses çıkması, kimin ne dediğinin belli olmaması değil. Bir pergelin etrafına çizdiği daire gibi. Merkez tek, o merkeze ulaşan yollar sonsuz. Bir fikri güzel gösteren, güzel yapan, onun anlaşılması için emek veren beyinlerin farklı bakış açılarıyla geliştirdikleri yollardır.

Bir muhavereden süzülen farklı bir açı konuk oldu bugünlerde zihnime. “Risale-i Nur müşteri aramaz” tesbitiyle ilgili yansımalar diyeyim. (Sebep olandan Allah razı olsun.)

Risale-i Nur’da ilgili kaynaklardan tarattığımızda, Emirdağ Lahikası’ndaki bir mektup karşımıza çıkıyor. Orada bir talebesinin İstanbul’daki Amerika sefiri vasıtasıyla Amerika’daki Müslüman heyetine Zülfikar’ı ve bir Asa-yı Musa’yı vermek üzere istemesine Üstadın verdiği cevap aynen şöyle:

“Sefirlerin kafası siyasetle meşgul olduğundan ve Risale-i Nur siyasetle alakası olmadığından siyasi bir kafa çabuk takdir edemiyor. Hem Risale-i Nur müşterileri aramaz, müşteriler onu aramalı, yalvarmalı. Amerika, buranın en küçük bir havadisini merakla takip ettiği halde buranın en büyük hadisesi olan Risale-i Nur’u elbette arayacaktır.”

Farklı zaman ve zeminlerde, farklı ağabey, abla, kardeş ve ders ortamında bu sözden anlaşılan mânâ, kimseye Risale-i Nur minnet etmez, müstağnidir, Nur Talebesi de “alıyorsan al almıyorsan alma” şeklinde formülize edilebilecek bir anlayışla anlatılır olmuştu. Bunun yansıması da tembel nefislere sadece derse gidip gelme, kimseye bir şey söylememe, anlatmama, derse gelenle, gelmek isteyenle dahi ilgilenmeme gibi ucu açık bir bahane cümlesine dönüşmesinden belki.

Hâlbuki bu mektuptaki cevaptan anlaşılabilecek pek çok mânalardan:

1-Ortada siyasi bir kafa var. Siyasetle alakası olmayan Risale-i Nuru böyle bir kafa kısa sürede takdir edemeyebilir, endişesi..

2-Evet, Risale-i Nur müstağnidir, müşteri aramaz. Çünkü zaten Risale-i Nuru eline alan ona müşteri olacaktır.

3-Amerika buranın en küçük bir olayını bile merakla takip ediyor. En büyük hadise olan Risale-i Nur’a zaten talip olacaktır. (Karşıda merak eden, ilgili bir kitle var. Biz vermesek bile, onlar zaten alacaklar, müşteri olacaklar.)

Keza Münazarat’ta “Öyle ise zihnimize gelen şüpheleri ve sualleri hallet” diyen oradakilere “Elbette; fakat müşteri olmadan, istemeden malımı satmam” diyerek karşı taraftan ilgi ve merak istediğini belirtmekte fayda var.

Bir Nur Talebesi Risale-i Nur’u okumak, yaymak, muhtaçlara duyurmakla vazifelidir. Dünyadaki sair vazifeleri bu görevinin devamındadır. O halde bu iki durum tenakuz değil midir? Hem Risale-i Nur müşteri aramaz, hem Risale-i Nuru yaymak vazifesi…

Buradan şöyle bir sonuç çıkacaktır: Nur Talebesi diğer insanların Risale-i Nura müşteri olması için elinden geleni yapması gerekecektir. Her türlü basın yayın, medya, sanal ve sosyal ortam, iş çevresi, okul çevresi, komşusu, akrabası, vs. iletişim içerisinde olduğu, teşrik-i mesai kurduğu, kısaca varlığını bulaştırdığı her insan Risale-i Nuru merak eden, müşteri olan bir insan payesine yükselmeli.

Onların merakını tahrik etmeli. (Merak etmesi önemli demiştik yukarıda) Merak ederse müşteri olur, müşteri olursa sahip çıkar. Risale-i Nuru neşretmek, merak ettirmek, ismini duyurmak adına yapılan her türlü panel, konferans, seminer, medya, gazete, dergiler aynı zamanda bir merak uyandırma vasıtası olarak görülmelidir. İnsanlarla birebir ilişki halinde de öyle bir dil kullanılmalı, hâl yansıtılmalı ki, bu insanın okuduğu kitaplar nedir deyip merak uyandırmalı, müşteri bulunmalı..

Buraya Zübeyir Ağabeyden bir anektot düşmeliyim: “Öyle bir Risale-i Nur dersi yapın ki, dinleyenler ben bu kitaba nasıl sahip olabilirim desin. O kitabı elde etmek için çalışsın, uğraşsın.”

Evet, Risale-i Nur müşteri aramaz, ama Nur Talebeleri başka insanların müşteri olmalarını sağlamak zorundadır. Gerek dil, üslup, hâl, gerekse medya, basın, sosyal medya yoluyla…

Vesselâm!

Havva Küçük Konur

Benzer konuda makaleler:

1 Yorum

  1. Heh,

    Şimdi oldu..

    Bir takım Tembellik ve atalet bahanesi haline gelmiş bu kavram şimdi hakikat rayına oturdu..

    Yoksa Oturduğun yerden hiçbir çabaya girmeden Risale derslerine git gel..

    Niye Bu kadar az kişi? Sorularına,
    Risale-i Nur Müşteri Aramaz de,
    Yok ya!

    Nurları En güzel şekilde anlatma ve temsil adına hiçbir çabaya girme.
    Gayretsizce Yaşa..
    Yok Öyle!
    Islamda KurAn Davasında Tembelliğe Cevaz Yok!

    Risale-i Nur Müşteri aramaz elbet.
    Risale-i Nur KurAn’ın Eczanesinden Asrımız Ilacıdır.. ilaç hasta peşinde koşmaz! Hasta olan Ilaca mecbur!

    Ama KurAn Ve Nur Talabeleri insanların merakını ve ilgisini celb edecek şekilde Nurlara Müşteri yapmakla mükelleftir!

    Hasta olanlara hastalıklarına fark ettirerek şifanın ve devanın nurlarda olduğunu Fark ettirmekle mükelleftir!

    Haydi Bismillah,
    Biiznillah

    Ya Hizmet Ya Allah..

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*