Risale-i Nur inayet altındadır

Mükerrer tecrübelerle Risale-i Nur inayet altındadır. (…) Çok vakıalarla, zahirî sıkıntılı, meşakkatli hâlât altında Risale-i Nur′un faydasına olarak inkişâfâtı ve daha tesirli fütuhâtı görülmüş.

Aziz, sıddık kardeşlerim,

Bu yeni hadise-i taarruziyeden müteessir olmayınız. Çünkü mükerrer tecrübelerle Risale-i Nur inayet altındadır. Hiçbir taife, şimdiye kadar böyle bir ehemmiyetli hizmette bizler kadar az meşakkatle kurtulan olmamış.

Hem geçen Ramazan′daki hastalığım ve Eskişehir′deki musîbetimiz gibi çok vakıalarla, zahirî sıkıntılı, meşakkatli hâlât altında Risale-i Nur′un faydasına olarak inkişâfâtı ve daha tesirli fütuhâtı görülmüş. İnşaallah, bu sıkıntılı hadise dahi, münafıkların aks-i maksuduyla, Risale-i Nur′un fütuhatını başka bir mecrâda teshile vesile olur.

Beşinci Şuâ, yirmi beş sene evvel mesâili yazılan, yalnız bir iki sayfa tatbikat ilâve edilip Şuâlar′a giren Beşinci Şuâ ellerine geçmesi ehemmiyetlidir. Fakat bunda da bir hikmet var. Belki onlara, kendi mesleklerini bildirmek ve Cehenneme gidenin mahiyetini bilmek için fevkalâde iktidar haricinde bir kazâ-i İlâhidir, diye Cenâb-ı Hakk′ın hikmetine ve inayetine ve hıfzına itimad edip merak etmeyiniz.

Hem siz, hem onlar bilsinler ki, sadaka belâyı def ettiği gibi, Risale-i Nur Anadolu′dan, hususan Isparta, Kastamonu′dan âfât-ı semaviye ve arziyenin def ve ref′ine vesiledir. Evet, Sabri′nin “Ey yer suyunu yut… Gemi Cûdî dağına oturdu. (ilâ âhir)” [Hûd Sûresi: 11:44.] âyetinden istihraç ettiği mana, haktır ve mutabıktır.
Evet, Risale-i Nur, sefine-i Nuh gibi Anadolu′yu Cebel-i Cûdî hükmüne getirip, küre-i arzın yangınından ve tokatından kurtulmasına bir sebeptir. Çünkü, zaaf-ı imandan gelen tuğyan, ekseri musîbet-i âmmeyi celb ettiği gibi, imanı fevkalâde kuvvetlendiren Risale-i Nur, o musîbet-i âmmeyi dairesinin haricine bırakmaya rahmet-i İlâhiye tarafından vesile oldu.

Bu ehl-i dünya, bu Anadolu halkı Risale-i Nur′a girmeseler de ilişmesinler. Eğer ilişseler, yakında bekleyen yangınlar, tufanlar, zelzeleler ve taunların istilâsına uğrayacaklarını düşünsünler, akıllarını başlarına alsınlar. Madem biz onların dünyalarına karışmıyoruz, onların da lüzumsuz bir halde bu derece ahiretimize karışmalarında onlara felâket getirmek ihtimali kavîdir.

İşte bu sekiz aydır, hususan ve heyecan veren bu hâdisenizle beraber; şimdi yanımdaki Feyzi ile Emin ve bütün bana temas eden dostlar şahittirler ki, bu sekiz ay zarfında bir tek defa ne Harb-i Umumîyi, ne siyaseti sormamışım. Ve odamdan işitilen radyoyu da üç senedir dinlemedim. Halbuki benim, binler adam kadar dünyaya bakmak münasebet var. Demek bize ilişen, doğrudan doğruya imana tecavüz eder. Onları Cenâb-ı Hakk′a havale ediyoruz.

Hem ehl-i siyasete hiç münasebetimiz olmadığı halde, kat′î bilsinler ki, bu memlekette, bu asırda, milleti anarşilikten, tereddî ve tedennî-i mutlakadan kurtaracak yegâne çaresi, Risale-i Nur′un esasatıdır. Bu hadisede sıkıntı çeken masumlar ve üstadları bilsinler ki, ağır şerait altında bir saat nöbet, bir sene ibadet ve hakikî tefekkür-ü imaniye ile bir saati, bir sene taat hükmüne geçtiği gibi, inşaallah onların sıkıntıları da öyle sevaba medar olur. Onlar da, merak ve teessürle değil, ferah ve sürurla karşılamalı. Fakat Hazret-i Ali′nin (ra) iki defa “Sırren beyânet, sırren tenevveret” demesine binaen, biz her vakit tam ihtiyat ve tam sakınmak vaziyetini muhafaza etmekle mükellefiz.
Kastamonu Lâhikası, s. 99

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*