Taksim’deki 1 Mayıs kutlamalarının istisnalar dışında “olaysız” geçmesi, 33 sene önce aynı meydandaki kanlı provokasyonu tezgâhladığına inanılan Ergenekon çetelerinin son operasyonlarla ciddî darbeler almasına bağlanıyor. Devletin darbe yadigârı yasak inadından vazgeçip mâkul ve dengeli bir tavır takınmasının da bu sonuçta etkili olduğu belirtiliyor.
Ancak mesele 1 Mayıs’tan ibaret değil.
Nitekim aynı gün Tunceli ve Lice’den gelen “Beş şehit daha” haberleri, Ergenekon’la özdeşleşen karanlık yapılanmaların oralarda hâlâ aktif şekilde işbaşında olduklarını düşündürüyor.
Ve mahkemede kabul edilen dördüncü Ergenekon iddianamesindeki “Şimdiye kadar yapılan operasyonlara ve açılan dâvâlara rağmen örgüt tam olarak çökertilemedi” tesbitini teyid ediyor.
Adalet Bakanının, bu terör saldırılarını, 2007 yazındaki cumhurbaşkanı seçimi öncesinde tırmanan terör dalgasına benzeterek, bu defa yapılmak istenen şeyin, anayasa değişikliği sürecini sabote etmek olduğunu söylemesi de ilginç.
Paketle ilgili soru işaretleri henüz tam olarak cevabını bulmuş değil. Meclisteki birinci turun ardından ikinci turun da başarıyla sonuçlanması ve akabinde AYM’de iptal ihtimalinin gündemden çıkıp düzenlemeler için referandum yolunun açılıp açılmayacağı, hâlâ belirsizliğini koruyor.
Keşke bunca emek, enerji ve zaman, çok daha esaslı düzenlemeler için sarf edilmiş olsaydı…
Bu arada, ekonomiden sorumlu Başbakan Yardımcısı, anayasa paketinin, daha çıkmadan borsayı coşturduğunu söylüyor. Ama yüzde 70’ten fazlası yabancı kontrolünde olan borsanın “coşması,” krizin hiç de teğet geçmediği reel ekonomiye ne getiriyor; işin o tarafından bahsetmiyor.
Ki, ekonominin de darbe ürünü anayasadan kaynaklanan derin tıkanıklıkları aşıp önünün açılması yine köklü demokrasi reformlarına bağlı. Nitekim iş âlemini ve çalışanları temsil eden eden kitle örgütleri, paketin bu noktadaki yetersizliğini çok önceden deklare ederek, topyekûn bir yeni anayasa ihtiyacını tekrar vurguladılar.
Böyle olunca, gündemdeki paket engelleri aşarak yürürlüğe girse bile, bu âcil ihtiyacın daha da şiddetlenerek devam edeceği, kesin bir vâkıa.
Paketin, o yolu açıp, anayasa reformunu hızlandırmaya katkısı olur mu, onu da göreceğiz…
Terör saldırılarına ve şehitlere dönersek:
Hep mayın şehitleriyle gündeme gelen Hakkari Çukurca’daki son şehidin de yine mayın kurbanı olması ve Tunceli’de dört şehit verdiğimiz karakol baskınında Dağlıca ve Aktütün saldırılarına benzeyen taraflar bulunması, açıklığa kavuşturulması gereken yeni suallere yol açıyor.
Bir defa, bu mayın meselesi ne olacak? Daha ne zamana kadar “mayın şehidi” vermeye devam edeceğiz? Ve geçen sene yedi askerimizin TSK mayınları ile şehit düşmesi olayında, dosyanın on ay sonra havale edildiği askerî savcılık hâlâ bir neticeye ulaşamadı mı ki, bugüne kadar konuyla ilgili yeni bir açıklama duyamadık…
Peki, Tunceli’deki Sarıyayla karakoluna yapılan saldırı üç saat boyunca sürdüğü halde takviye kuvvetlerin geciktiği ve ambulansın takviyeden önce karakola ulaştığı haberleri neyin nesi?
Saldırının sisli havada gerçekleştiği bilgisi ise, geçen Aralık ayında yine sisli-puslu bir ortamda yapılan ve yedi şehit verdiğimiz Tokat-Reşadiye saldırısını hatırlattı. Ki, o acı olayın da arkaplanı açığa çıkarılıp kamuoyu aydınlatılabilmiş değil.
Zihinlerde meydana gelen istifham ve soru işaretleri, bunları gündeme getiren basın organlarını ihanetle suçlayıp lânetleyerek değil, tatminkâr, ikna edici cevaplar vererek giderilebilir.
Evet, hiç kimse şehitlere haksızlık yapmasın.
Öncelikle de Genelkurmay, ailelerinden emanet alıp sıcak çatışma bölgelerinde görev yaptırdığı askerlerimizin güvenliğiyle ilgili olarak, komuta, sevk, idare ve tedbir noktasında en küçük bir zaaf, boşluk ve noksan bırakmamak suretiyle, sorumluluğunun gereğini yerine getirsin…
Benzer konuda makaleler:
- Başörtüsü ve siyaset
- En büyük sorun demokratikleşememek
- Yeni anayasanın başörtüsü sınavı
- Terörün kurbanı yine masumlar
- Kırmızı çizgili uzlaşma
- Sistem dikiş tutmuyor
- Yeni bir anayasamız olacaktı…
- İyi ihtilâlci, kötü ihtilâlci
- İstihbarat ve ötesi
- Hamaset ve acı gerçekler
1959 Kütahya doğumlu. İlk ve ortaöğrenimini burada tamamladıktan sonra İstanbul Hukuk Fakültesini bitirdi. Fakülteye girdiği yıl Yeni Asya Yayınlarında çalışmaya başladı. Yayınevinin çıkardığı çok sayıda kitabın editörlüğünü yaptı. Bu görevini sürdürürken, 1984-92 yılları arasında, aylık Köprü dergisinin sorumluluğunu üstlendi. 1988 yılı başından itibaren yayına başlayan Bizim Aile dergisinin kurucu editörü oldu. 1992 yılından bu yana Yeni Asya Gazetesinin Genel Yayın Yönetmenliği ve Başyazarlığı görevlerini yürütüyor.
İlk yorum yapan olun