Âlimi, âlim yapan sır

Dâvâ adamını büyük yapan, dâvâsına hayatını vermesidir.

Hazret-i Peygamber, dâvâsından vazgeçmesi karşılığında yapılan bütün maddî ve manevî tekliflere, “Vallahi güneşi sağ elime, ayı da sol elime verseler yine bu dâvâmdan vazgeçmem” diyerek, dâvâ adamlığının duruşunu göstermiştir.

 

Helâket ve felâket asrının adamı Bediüzzaman da, “Ben imanın gözüyle ve Kur’ânın talimiyle ve nuruyla ve Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın dersiyle ve İsm-i Hakîm’in göstermesiyle görüyorum ki…” diyerek, modelinin kaynağını göstermiş ve “İslâmın bir hakikatine bin ruhum olsa fedâ etmeye hazırım!” demiştir.

Bediüzzaman’ın, ilmin izzetini muhafaza ve talebelerinin, kardeşlerinin samimiyetlerini ve ihlâslarını ve onların menfaatlerini dikkate alarak, karşılıksız hediye almadığını görüyoruz. Bu da, bir âlim duruşudur. Dâvâsı için yaşamaktır.

Konu, Barla Lâhikasında şöyle geçer: “Hem iktisad, bereket ve kanaat sayesinde, şiddetli ihtiyacım olmadığı halde, dünya malına el uzatmak elimde değil, ihtiyarım haricindedir. Hem bir misal ile ince bir sebebi anlatacağım: Mühim bir tüccar dostum otuz kuruşluk bir çay getirdi, kabul etmedim. ‘İstanbul’dan senin için getirdim, beni kırma’ dedi. Kabul ettim, fakat iki kat fiatını verdim.

Dedi: ‘Ne için böyle yapıyorsun, hikmeti nedir?’

Dedim: Benden aldığın dersi, elmas derecesinden şişe derecesine indirmemektir. Senin menfaatin için, menfaatimi terk ediyorum. Çünki; dünyaya tenezzül etmez, tama’ ve zillete düşmez, hakikat mukabilinde dünya malını almaz, tasannua mecbur olmaz bir üstattan alınan ders-i hakikat elmas kıymetinde ise… sadaka almaya mecbur olmuş, ehl-i servete tasannua muztar kalmış, tama’ zilletiyle izzet-i ilmini feda etmiş, sadaka verenlere hoş görünmek için riyakârlığa temayül etmiş, ahiret meyvelerini dünyada yemeğe cevaz göstermiş bir üstattan alınan aynı ders-i hakikat, elmas derecesinden şişe derecesine iner.”

Bediüzzaman, Mektubun devamında, hediye yerine geçebilecek davranışları da şöyle izah eder: “Şu zamanda o havalide vefadarane, şefkatkârane beni aramaklığınız öyle bir hediyedir ki, bunun gibi binler hediyeden kıymettardır. Hem size gönderdiğim risâleleri muhafaza etmek ve sahip çıkmak ve benim yerimde onları himaye etmek binler lira kıymetinde bana karşı büyük bir hediyedir. Çünkü netice-i hayatımı ve vazife-i vataniyemi ve o havalideki kardeşlerimin uhuvvet ve muhabbetlerine karşı borçlarımı eda eden o risâlelere ciddî sahib çıkmak, tam muhafaza etmek ve ehline yetiştirmeğe vasıta olmak öyle bir hediyedir ki; dünyevî hediyelerin binlerine mukabildir… Şimdiye kadar, Cenâb-ı Hakk’a şükür, hediyeleri kabul etmeğe mecbur olmadım ve şu zamanda ehl-i ilmin bir sebeb-i sukutu olan tama’a girmeye ihtiyar benden selbedildi. Hem eğer sizin hediyenizi kabul etseydim, çok zâtların ya kalbi kırılacaktı veyahut elli senelik kaidem bozulacaktı.”

Dâvâsı için yaşamak ve Hakkın hatırını âlî tutmak işte budur.

Değişik vesilelerle ve değişik şekillerde bir nev’î adı farklılaşmış hediyeleşmeler ehl-i ilmin, hakikatleri ifade etmek ve hakkın yanında yer almak noktasında sukutunu netice vermektedir.

Uhrevî, ulvî yüksek hakikatleri, dünyevî, fani kırılacak şişelere tercih etmek böyle bir şey olsa gerek.

Yani elmastan kömüre bir tercih, düşündürücü…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*