Bediüzzaman Said Nursî’nin dâvâsı ve nesl-i âtî

alt

“Bahtiyar bir ihtiyar var. Etrafı sekiz yaşından seksen yaşına kadar bütün nesiller tarafından sarılmış. Yaşlar ayrı, başlar ayrı, işler ayrı… Fakat bu ayrılıkta gayrılık yok! Hepsi bir şeye inanmış… Allah’a (cc)! Âlemlerin Rabbi olan Allah’a (cc)…

O’nun Ulu Peygamberine (asm)… O’nun büyük Kitabına… Kur’ân henüz nazil olmuş gibi, herkes aradığını bulmuş gibi bir hal var onlarda. Said Nur ve talebelerini seyrederken, insan kendini âdeta Asr-ı Saadet’te hissediyor. Yüzleri nur, içleri nur, dışları nur… Hepsi huzur içindeler. Temiz, ulvî, sonsuz bir şeye bağlanmak, her yerde hâzır, nazır olana, Âlemlerin Yaratıcısı’na bağlanmak, o yolda yürümek, o yolun kara sevdalısı olmak… Evet!.. Ne büyük saadet!” (Osman Yüksel Serdengeçti)
***
Yıpranmıştı zaman. Kur’ân’ın etrafındaki surlar birer birer yıkılmaya başlamıştı. Osmanlı eski gücünü yitirmiş, mânevî duyguları ayakta tutacak olan maddî kurumlar terk edilmeye başlanmıştı. Osmanlı’yla birlikte Kur’ân’ı da ortadan kaldırmaya cür’et eden kişiler haykırmaya başlamıştı içlerindeki sinsi emellerini. Kur’ân ortadan kalkmalı diyordu İngiliz Sömürgeler Bakanı. Ve harekete geçmişlerdi bile. Planlarını yürürlüğe koymaya başlamışlardı. Kendilerine ülkede söz sahibi olan kişileri de yandaş bulunca, rahat hareket etme fırsatını ellerinde bulmuşlardı. Amaçları Müslüman halkı dinden, Kur’ân’dan uzaklaştırıp onları ahlâksız ve dinsiz hale getirmekti. Çünkü biliyorlardı, bütün halkı tek yürek yapan yalnızca İslâm’dı. Madem öyle, o halde İslâm ortadan kalkmalıydı. Ama bilmiyorlardı ki, bu din tahrif edilmiş dinler gibi değildi. Bu din evrensel ve hak olan dindi. Bu din, iman eden insanı insan edecek bir dindi. Bu dini ortadan kaldırmak istiyorlardı, ama hesaplarında bile yoktu, bu dine baş koymuş dâvâ insanları.
***
Sarsılmaz bir iman, kula eğilmeyen bir baş. Gayrimüslim bir kumandanın karşısında kıyamda durmayacak kadar mukaddesatına sahip çıkan bir zât. “Bu sarık, bu baş ile çıkar” diyecek kadar cesur. İşte böyle olmalı âhir zamanda gelecek olan mehdi-i Resûl… Ey koca Üstadım! “Ey yüzden, tâ üç yüz seneden sonraki yüksek asrın arkasında gizlenmiş, sâkitâne benim sözümü dinleyen ve bir nazar-ı hafiyy-i gaybî ile beni temâşâ eden Said, Hamza, Ömer, Osman, Yusuf, Ahmed, v.s. Size hitap ediyorum. Tarih denilen mâzi derelerinden sizin yüksek istikbalinize uzanan telsiz telgrafla sizinle konuşuyorum. Ne yapayım, acele ettim, kışta geldim. Siz inşaallah cennet-âsâ bir baharda gelirsiniz. Şimdi ekilen nur tohumları zemininizde çiçek açacaklar. Sizden şunu rica ederim ki, mâzi kıt’asına geçmek için geldiğiniz vakit mezarıma uğrayınız. O çiçeklerin birkaç tanesini, mezartaşı denilen, kemiklerimi misafir eden toprağın kapıcısının başına takınız” diye bizlere sesleniyorsun. Sen ki, kırdın dinsizliğin belini, fikrini. Sen ki, sürgün edildin memleket memleket. İdam ile yargılandın. Defalarca zehirlediler seni Üstadım. Seni yalnızlığa mahkûm etmeye çalıştılar. Fakat o nasipsizler senin görevini bilemediler. İman ve Kur’ân’a hizmetini anlayamadılar. Yok etmeye çalıştılar seni Üstadım. Ama kader-i İlâhî onları unutturdu bu vatan milletine, gelen nesl-i âtiye…
***
Üstadım! Adliye Vekiliyle ve Risale-i Nur’la alâkadar mahkemelerin hâkimleriyle yaptığın ve bizlere müjde verdiğin hasbihâl gelir aklımıza: “Efendiler! Siz, niçin sebepsiz bizimle ve Risale-i Nur’la uğraşıyorsunuz? Kat’iyen size haber veriyorum ki: Ben ve Risale-i Nur, sizinle değil mübareze, belki sizi düşünmek dahi vazifemizin haricindedir. Çünkü, Risale-i Nur ve hakikî şakirtleri, elli sene sonra gelen nesl-i atiye gayet büyük bir hizmet ve onları büyük bir vartadan ve millet ve vatanı büyük bir tehlikeden kurtarmaya çalışıyorlar. Şimdi bizimle uğraşanlar, o zaman kabirde elbette toprak oluyorlar.”

Nesl-i Âti gençliği olarak, senin baş koyduğun, ömrünü vakfettiğin dâvâya biz de baş koyduk ve biz de hayatımıza amaç edindik. Seninle uğraşanlar, dâvâna engel olmak için canla başla mücadele edenler bugün topraklar altında çürümeye yüz tutmuşlardır. Gün yüzüne çıkan ve dizsizlik fikriyle mücadeleyi kazanan Risale-i Nur olmuştur. Bugün Nurların günüdür. Bugün hakkın ve hakikatin kâinatı sardığı gündür. Gün Nesl-i Âti’nin günü, gün hizmetin günüdür.
***
Bizler ümitvârız Üstadım. Çünkü sen diyorsun ki: “Evet, ümitvâr olunuz. Şu istikbal inkılâbı içinde, en yüksek gür sada, İslâmın sadası olacaktır!”. İşte bu yüzden ümitvârız. Bu sebepten dolayı Nurların hizmetkârıyız.
***
Vefatının 53. yıldönümünde Üstadım Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerini ve kahraman Nur Talebeleri ağabey ve ablaları rahmetle yâd ediyorum. Rabbim inşaallah hepsinden ebediyen razı olsun. Dün onların verdiği mücadelelerle bugünkü hizmetlere gelindi.

Cümlelerimi bu dâvâya hizmetkâr olması gereken, bu dâvâya sahip çıkması gereken genç nesle, nesl-i âtiye Üstadımızın şu sözleri ile telkinde bulunarak bitirmek istiyorum:

“Ey bu vatan gençleri! Frenkleri taklide çalışmayınız. Âyâ, Avrupa’nın size ettikleri hadsiz zulüm ve adâvetten sonra, hangi akılla onların sefahet ve bâtıl efkârlarına ittibâ edip emniyet ediyorsunuz? Yok, yok! Sefihâne taklit edenler, ittibâ değil, belki şuursuz olarak onların safına iltihak edip kendi kendinizi ve kardeşlerinizi idam ediyorsunuz. Âgâh olunuz ki, siz ahlâksızcasına ittibâ ettikçe, hamiyet dâvâsında yalancılık ediyorsunuz. Çünkü şu surette ittibâınız, milliyetinize karşı bir istihfaftır ve millete bir istihzâdır.”

Selâm ve duâ ile…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*