Bir Doğum, Bir Nikah, Bir Cenaze

Image
Bir nikah davetiyesiyle, kendimizi düğün salonunda bulduk.

Neredeyse elimizle büyüttüğümüz bir yakınımızı “everdik” dünya evine buyur ettik, kervana kattık. Herkes mutlu ve umutlu.

Bir yakınımızın kızının doğum haberini aldık. Hastaneye koşarak minicik bedeni kucakladık. Sarıldık ve öptük. Yeni bir misafir daha, dünyaya teşrif ederek, bize varlığıyla “merhaba” dedi.

Ve; bir cenaze haberiyle de taziye evinde bulduk kendimizi…

Sık sık görüştüğümüz yakınımız, ani bir kalp kriziyle hayata son verdi. Hakkın Rahmeti’ne yürüdü. Daha dün oturup konuştuğumuz kişinin bir gün sonra cenazesini toprağa gömüyoruz.

Üç gün içinde üç olayın peş peşe yaşanması, içinde bulunduğumuz hayatın bir özeti gibi:

Doğuyor, büyüyor ve ölüyoruz.

Tabir yerindeyse: Dar alanda kısa paslaşıyoruz.

Peki;

Bu kısacık hayatta bu kadar gürültü ve patırtı neden?

İnsanlar birbirini sebepsiz yere boğazlıyor. Kan davaları gazete sütunlarını kana boğuyor. Kabe değerindeki kalpler hoyrat bir dille yıkılıyor.

Neyi ispatlamaya çalışıyoruz sahi?

Doğum ne güzel…

Ölüm: en büyük ders!

Ya yapılan haksızlıklar?

İşte onun hesabı “mahkeme-i kübra”da görülecek!

 

DARÜLACEZE

Yolunuz hiç Darülaceze’ye düştü mü?

İtiraf edeyim, yıllardır İstanbul’da olmama ve hep Okmeydanı Darülaceze’nin önünden geçmeme rağmen, tek bir gün dahi ziyaret etmiş değildim.

Önceki güne kadar.

Yaşlı ve ilgiye hasret insanlar. Bir dokunsanız, bin ah işiteceğiniz türden dramatik hayat hikayeleri…

Kadın, erkek, yoksul sakat ve kimsesiz çocukların sığınağı… Sultan İkinci Abdülhamid Han zamanında Sadrazam Halil Rifat Paşa’ya emir vererek yaptırmış bu düşkünler yurdunu (7.11.1892). Tarihin altından çok sular akmış ama onu hatırlatan tek bir söz, fotoğraf veya iz yok. Çünkü Darülaceze’nin temeli atıldıktan sonra, inşaat masraflarının çoğunu bizzat Abdülhamid Han tarafından karşılandığını ve hayır sahiplerinin de “iane”lerde bulunduğunu biliyoruz.

Darülaceze 28.500 metre karelik bir alan üzerine kurulmuş. Hamam, mutfak, çamaşırhane, çocuk yuvası, cami ve kiliseden ibaret… Hatta bu yapının mimarı Agop adında bir Ermeniymiş.

Geçelim.

Bizim ziyaret ettiğimiz yer çocuk yuvasıydı. Çocuklara gerçekten iyi bakılıyor. Ortam sıcak ve nezih. Anne babası olmayan veya bir şekilde sokağa terkedilmiş naif bakışlı çocuklara oradaki görevliler fedakârca zaman ayırıyor. Çocuklara baktığımızda ilk dikkatimizi çeken, hüzünlü bakışlar.  Ama şundan eminim; aralarından bir çoğu sıyrılıp hayata sımsıkı sarılacak ve önemli yerlere gelecek. Allah onlara sabır versin.

 

GÜNÜN SÖZÜ:

“Zirvelerde kartallar da bulunur, yılanlar da. Ancak birisi oraya süzülerek, diğeri ise sürünerek gelmiştir. Önemli olan nereye gelmiş olduğunuzdan çok, nereden ve nasıl geldiğinizdir.”

Cenap Şahabettin
Image

Benzer konuda makaleler:

1 Yorum

  1. Davut kardeşim izine rastlamak memnun etti beni, mesaj yüklü yazınızı okudum, “insanlar zulmeder, kader adalet eder” düsturuyla olayları karşılayıp sabretmenizi, kubbede kalan hoş sadalar, semada saklı öz dualar sizinle, bazıları yüksekten uçar bazıları yerde sürünür, ama onlara da bir gün azrail görünür, dünya fani ölüm ani, ne zaman nerede ve ne hal üzere emr-i hak vaki olacak, mühim olan hüsn-ü hatime. Hürmet ve muhabbetlerimle.

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*