On Dördüncü Lem’a’nın İkinci Makamı’nın Üçüncü Sır’rında yer alan şu ikaz, insanı derinden sarsan ve gafletten uyandıran mânâlar içeriyor:
“Ey insan, aklını başına al! Hiç mümkün müdür ki, bütün enva-i mahlukatı sana müteveccihen muavenet ellerini uzattıran ve senin hacetlerine ‘Lebbeyk!’ dedirten Zat-ı Zülcelal seni bilmesin, tanımasın, görmesin!”
Hücre, en küçük canlı ya da canlılığın en küçük birimi olduğuna göre doğma, büyüme, gelişme ve ölme gibi canlılık hakikatini aynen yansıtacaktır. Bu nedenle, hücre de beslenmeli yani rızka mazhar olmalıdır. Peki elsiz, kolsuz, dilsiz, midesiz bu küçücük mahlukat ne ile ve nasıl beslenecektir? İhtiyaçlarını nasıl dile getirecek ve bu ihtiyaçlar tek canlıda trilyonlarca sayıda bulunan hücrelere nasıl ulaşacaktır?
İşte bu noktada muhteşem bir bütünlüğün, akıl almaz bir birlikteliğin, topyekün bir işleyişin yani birliğin ya da tevhidin tezahürü açık bir şekilde gözlenir. İşleyiş sanki bir bayrak yarışı gibidir.
Büyük Patlama sonrası işleyişlerden oluşan kainat nizamı, dünya ve içindekileri netice verecek tarzda şekillendirilmiştir. Mevsimlerin oluşumu, tarımsal faaliyetler ve dünyanın her köşesinde; okyanuslarda, ormanlarda ve insanların sosyal hayatlarında rızıkla ilgili işleyişler, bu nizamın getirdiği noktadan rızık hakikatini tüm canlılara ve sosyal hayata taşırlar. Artık acıkma, susama gibi çeşitli meyillerle, av peşinde koşarak ya da daha üst düzey varlıklar olan insanların ekonomik ve ticari hayatındaki işlerle rızıklar, alemin bir tarafından diğerine dolaşır durur. Tarım, hayvancılık, sanayi gibi çeşitli adlar altında yürütülen faaliyetlerle; denizleri, karayollarını dolduran nakliye ve ulaşım ağları ile pek çok işleyişin ardından birinden diğerine bayrak devri ile rızık hakikati, ağza götürülen bir lokma haline dönüşmüştür. Bundan sonra bayrağı metabolizması; sindirim, dolaşım, solunum sistemleri ile beden içi işleyişler devralır. Akciğerden oksijeni, bağırsak ve mideden besin maddelerini toplayan dolaşım sistemi, tek hücreyi bile ihmal etmeyen ve aksaksız işleyen ulaşım ağı ile yükünü hücrelere taşır. Artık yaşayabilmesi için lazım olan rızıklar hücrenin çevresindeki sıvılarda hazırlanmış, rahmet eli kimsenin bilmediği, görmediği en ücra köşelere kadar uzanmıştır.
Bu rızıklar üç yol ile hücrenin içine girerler. Birincisi, hücre içindeki ve hücre dışındaki yoğunluk farkından dolayı hücre zarında bulunan deliklerden geçebilen maddeler, pasif şekilde hücre içine girerler; buna “difüzyon” adı verilmektedir. İkincisi, özel enzimler ve hücre zarında bulunan taşıyıcı proteinler ile maddeler aktif şekilde, hücre zarı üzerinde çalışan taşıma işçileri varmış gibi hücre zarının bir tarafından alınıp diğer tarafına konurcasına bir nakil vardır; buna “aktif transport (nakil)” denmektedir. Üçüncü bir yol vardır ki, bunda hücre sanki eli, kolu varmış gibi iş görür. Hücre zarının bir bölgesinde içe doğru bir oyuk oluşur. Hücre içine alınacaklar bu oyuğun içine girerler. Daha sonra bu oyuk derinleşirken üst taraftaki açık kısmı hücre zarı örtmeye başlar. Oyuğun üstü kapandığında hücre zarının içinde zara teğet halde duran bir kürecik oluşmuştur. Bu kürecik çok küçükse ve içinde hücre sıvısı varsa işlemin adı “pinositoz”, daha büyükse ve içinde büyük bir partikül varsa işlemin adı “fagositoz”dur. Daha sonra bu kürecikler “vezikül” adını alarak hücre duvarından hücre içine doğru ilerlerler ve rezzakiyet hakikatini bayrağı teslim aldıkları hücre zarının ötesinde dalgalandırmak üzere işlemlere devam ederler.
Bütün bu işleyişlerin hücrenin kabiliyetlerinden kaynaklandığını ya da bizzat hücreye ait işleyişler olduğunu düşünmek imkansızdır. Endositozun, difüzyonun hücreye ait olduğunu kabul etseniz bile, bunların işleyebilmesi için gerekli miktarı hücre dışı sıvıda bulunduracak organizasyonu ona veremezsiniz. Çünkü bu durumda hücrenin kainat nizamına ve sosyal hayata ve şuur sahibi insanlara hakim olması, onları kendi ihtiyaçları doğrultusunda çekip çeviriyor olması gerekir. O halde sizi en az hücreleriniz adedince düşünen bir Rahman olmalı ve hücre dışındaki sıvıda hazırladığı rızıkları, hücre içine difüzyon, aktif transport ya da endositoz yoluyla ulaştıran O olmalıdır. Çünkü bu kadar akıl almaz işleri o küçücük alanda yürütebilecek kabiliyet günümüzün süper insanında bile bulunmuyor.
O halde yukarıda başlangıcına muhatap olduğumuz hakikatin devamını okumanın tam zamanı:
“Madem seni biliyor, rahmetiyle bildiğini bildiriyor. Sen de O’nu bil, hürmetle bildiğini bildir. Ve katiyen anla ki, senin gibi zaif-i mutlak, âciz-i mutlak, fakir-i mutlak, fâni, küçük bir mahlûka bu koca kâinatı musahhar etmek ve onun imdadına göndermek, elbette hikmet ve inâyet ve ilim ve kudreti tazammun eden hakikat-i rahmettir.”
Benzer konuda makaleler:
- Nisbî hakikatler ve Ahiret
- Küllî İrade, hücreler adedince çekirdekte tecessüm eder
- Kanser Hücresi de Rahmete Âyinedir
- Hücrede tecelli eden mucizeler – 2
- Yaratmak İçin Baba Şart Değildir
- Lizozom, bir hikmet sandukçasıdır
- Ruh, Hayat ve Hayatın Ruhu
çok güzel bir site teşekkürler