Gerçek tevbe nasil olur?

Image

BİR ÂYET, BİR YORUM

“Ancak tevbe edip durumlarını düzeltenler ve gerçeği açıkça ortaya koyanlar lânetlenmekten kurtulmuşlardır. Zira Ben onları bağışlarım ve Ben tevbeleri fazlaca kabul edenim, çok şefkatli, çok merhametliyim.”

(Bakara:2/160)

İnsanoğlu hata işlemeye kabiliyetli bir varlık olarak yaratılmıştır. İnsan hatadan hâlî olamaz. Kimi insanlar Allah’ı inkâr eder, Allah’a başka varlıkları şirk koşar hata eder. Kimileri Hıristiyanlar gibi Hz. İsa’nın (as) Allah’ın oğlu olduğunu iddia ederek şirk koşmuş olur, büyük hata eder. Kimileri de Hz. Peygamber’in (asm) kutsal kitaplardaki vasıflarını bildiği halde gizler, yanlışlık yapar. Küfründe inad eder. Bazı insanlar da Müslüman olduğu halde, mü’min olduğu halde beşer olmasının gereği olarak günah işler, hata eder. Bazan nefsine uyar, bazen kötü arkadaşlarına tâbi olur. Bazen de şeytanın telkinlerinin etkisinde kalır.

Âyetten anladığımız husus, hangi çeşit hata yapılırsa yapılsın bundan tevbe etmenin mümkün olduğudur. Allah insanları yaptığı hatalardan dönmeye dâvet ediyor. Hatadan dönmenin adı Kur’ân’da “tevbe”dir. Kur’ân’dan anladığımıza göre sadece dil ile “Tövbe ettim, ben yanlışlıktan vazgeçtim” demek yetmez.

Bu bir kere dil ile söylendiği kadar kalp ile de söylenmeli, yani yürekten pişmanlık duyulmalıdır. Nedamet denilen pişmanlık ateşi insanı yakıp kavurmalıdır. Pişman olmayan bir insanın diliyle tevbe ettiğini söylemesi çok fazla bir şeyi değiştirmez. Çünkü kalbi, beyni, hayali, fikri hep o hatada kalır ve fırsat bulsa yine o hatayı yapar. Ama gerçekten pişman olan bir kimse, kendisi bir daha o hata, o günah imtihanı ile karşı karşıya geldiğinde iradesiyle o kötülüğü hatayı işlemeyen insandır. Bu durum okuduğumuz âyette, “ve aslahu” kelimesiyle ifade buyruluyor. Tevbe edenlerden sonra “kendini ıslâh edenler, düzeltenler” denmesi, dönüşün pişmanlıktan sonra fiille de olması gerektiğine işaret ediyor. İnsan tevbe ederse, tam bir dönüş yapacak ve yaptığı kötülüğün zıddını yapacak, kendisini düzeltecektir. İşte gerçek tevbe budur. Cenâb-ı Hak kendisini “Tevvab ve Rahim” olarak nitelendirmekle, tevbeleri çokca kabul edeceğini ve kullarına karşı çok şefkatli olduğunu gösteriyor. Adeta bu isimleriyle biz günahkâr ve asi insanların yardımına koşuyor, bize yeni fırsatlar tanıyor.

O halde yapılacak şey, önce hatamızı anlamaktır. Hatamızı anlamak en büyük fazilettir ve hatadan dönmek için en önemli bir fırsattır. Ama insan her zaman Allah’ın yasakladığı fiilleri işlediği halde avukat gibi bu hataları müdafaa ederse, “Ben hata işlemiyorum, artık bu tür şeyler normal” gibi ifadeler kullanırsa o insan hatasından dönmek için tevbe etmez, rücu etmez, pişman olmaz. Kendisini düzeltmek için çaba sarf etmez. Bu durumda Allah’ın rahmetine de kavuşamaz. Allah, biz günahkâr ve asi imsanlardan samimî tevbe bekliyor, pişmanlık ateşiyle yanmamızı bekliyor. Sonra da halimizi düzelterek kendisine hakikî bir kul olmamızı istiyor. Ne mutlu Allah’ın rahmetinin sırrını anlayanlara… Allah bizleri hatalarından dönen, lânetten uzaklaşan ve Allah’ın rahmetine mazhar olan insanlardan eylesin âmin.

YEME İÇMEDE ÖLÇÜ

BİR HADİS, BİR YORUM

“Sizin Allah’a en sevimli olanınız az yiyip içen ve bedence hafif olandır.” (Camiüssağir, I, s. 86)

Bu hadis-i şerif maddî manevî sağlığın, afiyetin formülünü veriyor. Bunu da sağlamak için Allah’ın az yiyip içen ve bedence hafif olan insanları seveceğini beyan ediyor.

Bu hadis-i şerif herşeyden önce insanın her şeyde olduğu gibi yeme içme hususunda da kendisini kontrol etmesini tavsiye ediyor. İnsanın kendisini kontrol etmesinin en zor olduğu durum yeme içme hususundadır. Çünkü Allah insana çok iştihalı bir mide vermiş ve bu midenin isteklerine uygun olarak da sayısız, çeşit çeşit lezzetlerde cazip nimetler yaratmıştır. İnsanın günümüzde karşılaştığı en önemli sorunların başında bu cazip, güzel yiyeceklere karşı kendisini tutması, kendisini kontrol edebilmesi geliyor. Birçok insan, ne yaptığının, ne yediğinin farkında değildir. Kendi bilincinde olmadan yiyor içiyor.

Çünkü aslında insanın hayat tarzını da bu güzel yiyeceklere karşı tavrımız belirliyor. Kendimizi yiyeceklere karşı kontrol etmemizi sağlayacak sebeplerin başında Allah’ın bir çok hususta olduğu gibi yeme içme hususunda da israf edenleri sevmediğini, az yiyip içenleri sevdiğini bilmek geliyor. Herşeyden önce Allah’ın sevgisini kazanmak için insan yemesine içmesine dikkat etmelidir.

İkincisi, dünyanın doyma yeri değil, tat alma yeri olduğunu da bilmeliyiz. İnsanda doymak bilmeyen bir hırs vardır. Bu yeme içme hususunda da öyledir. Ama insan günde yüzlerce kilo yiyecek yiyen bir hayvandan farklıdır. Bu farkın bilincinde olmalıyız. İnsanın görevi, Allah’ın yaratmış olduğu yiyeceklerin tadlarına bakıp çeşitlerini anlamak, Allah’a şükretmek, o nimetlerin daha güzellerini ebedî hayatta bize ikram etmesini ondan ümit etmektir.

Üçüncü olarak, az yiyip içmenin Peygamberimizin (asm) sünneti olduğunu düşünmeliyiz ve onun sünnetine uyarak az yemeliyiz.

Dördüncü olarak, çok yemenin insan hayatı için ciddî bir risk olduğunu düşünmeliyiz. Sağlık problemlerinin çoğu abur cubur yemekten, önüne ne gelirse ayırım yapmadan tıkınmaktan meydana geliyor.

Beşinci olarak, çok yemenin çok uyumaya sebep olacağını ve insandaki şehevanî arzuları galeyana getireceğini düşünmeliyiz. Halbuki az yemek az uyumaya, o da ilimle meşgul olmaya sebep olur. İlim de insanın imandan ve duâdan sonra bu dünyaya gönderiliş amaçlarından birisidir. İnsanlara yemek anlık zevk verir, ilim ise sonsuz manevî lezzet verir.

Az yemenin zenginlik, fakirlikle de alâkası yoktur. İnsan zengin de olsa fakir de olsa az yemeye alışmalıdır. Arta kalan para ile de aç olan insanların karnını doyurmak gerekir. Her gördüğü lezzetli yiyeceğe yönelen ve kendisini kontrol edemeyen insan, diğer arzu ve isteklerini de kontrol etmekte zorlanır. Bu yüzden, Bediüzzaman’ın bildirdiği gibi, insan lezzetli yiyecekleri çarşıda gördüğü zaman hemen almamalı, “Sanki yedim” diye düşünmelidir. Ve onun parasını diğer cebine koyarak biriktirdiği paraları yoksul insanlara vermelidir.

Peygamberimiz (asm) bir hadis-i şerifinde şöyle buyuruyor: “Ademoğluna belini doğrultacak kadar yemek yeterlidir. Eğer yemek istiyorsa midesini üçe ayırsın. Bir kısmını yemekle, bir kısmını da suyla doldursun. Üçte birini de boş bıraksın.”

Resulullah (asm) zamanda Arabistan’a İran’dan bir doktor gelmişti. Fakat günlerce beklediği halde kendisine hastalıktan şikâyet eden kimse gelmedi. Bunun üzerine Peygamberimize (asm) bunu sorunca şu cevabı aldı: “Benim ashabım iyice acıkmadan yemek yemezler. Yedikleri zaman da tıka basa yemezler, daha iştahları varken yemekten kalkarlar.” İranlı doktor heyecanlandı ve “İşte sağlığın şartı budur” dedi.

Yemede içmede sünnet üzere yaşasak, dünyanın en sağlıklı ve en mutlu insanı olacağımızdan emin olmalıyız. Sağlıcakla kalın, Allah’a emanet olun.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*