İman, her derdin en kudsî dermanı

bediuzzaman-said-nursiAziz kardeşlerim,
Bilmukabele bayramınızı tebrik ederim.

Sıhhatimi soruyorsunuz. Buranın çok şiddetli kışı ve odamın çok soğuğu ve üç hazin gurbetin tesiri ve üç asabî hastalığın sıkıntısı ve bütün bütün yalnızlıkla kabil-i tahammül olmayacak çok zahmetlere maruz olduğum halde Hâlıkıma hadsiz şükrederim ki, her derdin en kudsî dermanı olan imanı ve iman-ı bi’l-kaderden, kazaya rıza ilâcını imdadıma gönderdi, tam sabır içinde şükrettirdi.

***

Aziz ve sıddık ve halis kardeşlerim,

Rabb-i Rahimime hadsiz şükür olsun ki, sizin gibileri Risaletü’n-Nur’a sahip ve naşir ve muhafız halk etmiş; benim gibi aciz bir biçarenin zayıf omuzundaki ağır yükü çok hafifleştirmiş.

Kardeşlerim, bu defa üç mektubunuzda birden üç Hulusi, üç Sabri, üç Hakkı gibi kıymettar dokuz kardeşi gördüm. Hapiste, Abdurrahman’ın pederi yerinde benim elbiselerimi yamalayan Hakkı’nın, ciddî ve hakikatli uhuvvetini ve talebeliğini tahminimden daha ileri terakki ettiğini bildim, çok mesrur oldum.

Sabri kardeş,

Beni saran ve bağlayan ağır kayıtlara ehemmiyet vermiyorsun. Halbuki buradaki evhamlı ehl-i dünya benimle pek fazla meşgul ve alâkadardırlar. Hatta… hatta… hatta… Her neyse…

Hem benim hakkımda, bin derece haddimden ziyade hüsnüzanla kıymet ve makam vermek, yalnız Risale-i Nur namına ve onun hizmeti ve Kur’ân elmaslarının dellâllığı hesabına kabul olabilir. Yoksa, hiç ender hiç olan şahsım itibarıyla kabule hakkım yok. Parlak ve çalışkan kalemiyle hem Risaletü’n-Nur’un, hem bizim hatıralarımızda çok ehemmiyetli mevki tutan ve yerleşen Hafız Tevfik’in yazdığı Âyetü’l-Kübrâ risalesini münasip gördüğünüz zamanda gönderirsiniz. Dokuz sene yazılarıyla mesrurâne ünsiyet eden gözlerim, hasretle o yazıları görmek istiyor.

Kıymettar Hulusi ve Hakkı gibi kardeşlerim,

Hakkı’nın dediği gibi, Sabri’nin mektuplarını aynen onların yerine kabul olmuş; o cihette Hulusi ile muhabere kesilmemiş, devam ediyor. Hadsiz şükür ve hamd ü sena olsun ki, Risaletü’n-Nur gittikçe parlak, harikane fütuhat-ı imaniye yapar. Kendi kendine, inşaallah her görenin kalbinde yerleşir, muannidleri susturur. Bir hıfz-ı gaybî altında düşmanları şaşırtmış kör gözleri onu görmüyor. İzini bulamadığı halde, parlak faaliyetini müşahede ediyorlar. Bu vakit pek ziyade ihtiyat lazım.

Kastamonu Lâhikası, 8-9. mektuplar, s. 31-33

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*