Kayıp ilânı hükümsüzdür!

Soyuta yöneliş kendini arayıştır.
Güzeran-ı hayat bir rüya gibi geçiyor, uyanma vakti!

Şehir ne kadar sakin. Sokaklar ne kadar sessiz. Ürkütüyor beni, ürküyorum.

Dünyaya kocaman bir selâm olsun benden! Nereliyim, belli değil yine bugün. Nereyi istiyorum? Hangi kıt’ayı, hangi şehri? Avrupa mı, Asya mı? İstanbul mu, İzmir mi? Londra mı, Paris mi? Hiçbirini istemiyorum… Hiçbiri de beni…

Bir saat öncenin, bir saat sonranın farkı yok uzun zamandır. Önceleri boğuyordu. Şimdilerde değişti. Bitmesin istediğim bir haz duyar oldum bu belirsizlikten. Yavaşladım. Kafamın içinde sadeleşir oldu köşe kapmacalar. Elendi, silkelendi… Yaşlanıyorum galiba!

Kendisi gibi olmalıymış insan. Kendini bulmalıymış. Kendin olmak ne demek? ‘Bir ben varmış bende, benden içeri.’ Kendini bulmak. Kendimdekinden başka biri mi olacak illâ bulduğum? Ona mı ‘bu benim kendim’ diyeceğim? Ya kendinden yoksa sende bir tane… Peşine düştüğün hangisi olacak o halde? Peşi sıra gitmediğin, ‘sen kal’ dediğin, hangi yanını gözden çıkaracaksın? Kendinden kendini nasıl ayıracaksın?

Kendimdeki kendilerim savruluyor etrafa. Rüzgâr kuvvetlendi dışarıda. Jaluzilerin telâşı da camlarda… ‘Yağmuru kim döküyor?’ Gözlerime toz kaçtı galiba… Kendilerimden birini, çocukluğumu görüyorum şimdi. Annesinin eteğine yapışmış bir oğlan çocuğu.

“Hatice Hanım huu!!!” diye, yüzüğüyle camı çalacaktı şimdi Nuriye Abla. Yoğurt yapmak için mayalık isteyecekti elindeki fincana. Yeşil yeşil, canlı canlı gülecekti yüzümüze bir bir bakıp. Papatyalı terlikleriyle duracaktı kapıda. Komşu komşunun külüne muhtaçtı. Kederine sevincine muhtaçtı, gülmelerine ağlamalarına…

“Gelsene Nuriye Abla! Gir içeri Allah aşkına! Kahve pişireyim, içelim” diye zorla çekiştirecekti annem kolundan. Kırmazdı hiç bizi. Konuşacaktı şundan bundan. Anlatacaktı en sıradan işleri bile, en lüzumlu yönleriyle. En heyecanlı haliyle…

İçimiz açılacak, moralimiz düzelecek, gülecektik. Gamlı gönlümüz şenlenecek, dünya yüklerinden hafifleyecektik. Aynı güne, aynı işlere, kaldığımız aynı yerden; ama bu kez sevinçle, neşeyle devam edecektik. Candan ciğerden bir dost, sıcak gülüşüyle alıverirdi pasımızı gönlümüzden. Ruh hafifler, gam silinirdi ömrümüzden…

Güzel insanlara az rastlanıyor artık cancağzım! Sanki hepsi annemin komşularıydı, benim kendilerimdi belki bu insanlar. Ve onlar yoklar, çok uzaklarda kaldı, kayboldu. Ya da bir bir azaldı. ‘Mevcutların kıymetini bilmek lâzım’ mı dediniz! Bilemiyorum.

Gözümün önündeki şu ağaç nasıl güzel bir bilseniz. Göğe en yakın yeri, neşesi en bol olan yeri. Kımıl kımıl, pırıl pırıl… Yaramaz çocuk gibi duramıyor yerinde.

Onlarca dalı olsa da; yanında yamacında, o tek bir ağaç aslında. Kendini bulmak istese, dallarından geçecek mi peki? Soracak olsam, bilip söyleyecek mi? Budayacak mı dallarını, kendini? Kaybolan kendimi bulmak için dallarının arasında, bana da bir kulübecik verir misin güzel ağaç? Göğe yakın olmak benim de işime yarar belki..

Sevaplarıyla günahlarıyla büütün kendilerimi kabul ediyorum artık. Şükrediyorum halden hale, kendimden kendime Çevirene… Acıtıyordu hayat.. Çok üzülüyordum eskiden, küsüyordum. Bir şarkı mırıldanıyorum şimdi:

“Ama fazla da üzülme, hayat bitiyor bir gün. Ayrılıktan kaçılmıyor. Hem çok zor, hem de çok kısa bir macera ömür. Ömür imtihanla geçiyor. Ben bu yüzden hiç kimseden gidemem, gitmem. Unutamam acı tatlı ne varsa hazinemdir. Acının insana kattığı değeri bilirim, küsemem.” Şükür ki, O’na..

Bir saat öncenin, bir saat sonranın farkı yok uzun zamandır. Bitmesin istediğim bir haz duyar oldum bu belirsizlikten. Yola düştüm. Vaktim var. Kendimi arıyorum kendilerimden.

Kaybettiklerim hükümsüzdür.

Dünya hayatı bir uykudur; soyuta yöneliş ise, uyanış ve kendini arayıştır.

‘Ruh-efzâ nesîmi teneffüs ederek, kâinat dolusu ‘Elhamdülillah’ dedim ve uyandım!

M. Said.ZEKİ

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*