Kürt sorununun çözümünde Said Nursî’yi tekrar okumak

TÜRKİYE’NİN toplumsal barışını kangrene çeviren “Kürt Sorunu” Osmanlı’dan bu yana var olmuş, fakat Cumhuriyet’in kurulmasından bu yana daha da derinleşerek, kronikleşerek bugünkü halini almıştır.

Seyh Said ve Dersim vakaları gibi talihsiz gelişmeler Kürt Sorunu’nu çıkmaza sokmuştur. 12 eylül 1980 darbesi ve sonrasında Diyarbakır cezaevinde yaşanan işkenceler, fail-i meçhul cinayetler, sözlü ve fiili saldırılar, rencide etmeler, ayrımcılıklar Kürt kökenli Türkiye vatandaşlarının hafızasında derin izler bırakmıştır. Durum ortadayken uzun yıllar böyle bir sorunun varlığı yetkililer tarafından sürekli inkâr edilirken, aydınlar ve medya tarafından gündeme getirilse de hem tanımı, hem içeriği, hem de çözüm yolları üzerine ortak bir çerçeve oluşturulamamıştır.

Türkiye’de bir “Kürt Sorunu” olduğu konusunda artık her kesim hemfikir. Güneydoğu Anadolu bölgesinin sorunları ve Kürt asıllı vatandaşların sıkıntıları aydınlar tarafından olduğu kadar siyasiler tarafından da dile getirilmektedir. Her ne kadar bazıları için tatmin edici bulunmasa da tarihinde ilk defa Türkiye Cumhuriyeti devletinin izlediği siyasetin Kürt Sorunu’nun varlığını kabul etmede önemli katkısı olduğunu söyleyebiliriz. Geçtiğimiz 10 yıl içerisinde irili ufaklı adımlar atılmıştır.

Kürt Sorunu’nun çözümünde başarıya ulaşmada, siyasi iradenin yanında, sivil inisiyatiflerin yeri ve önemi çok fazladır. Bu açıdan bakıldığında toplumda itibara sahip Kürt figürlerin olumlu katkıları üzerinde durulmalıdır. Hem Kürtler hem de Türkler tarafından birçok açıdan referans gösterilen Kürt asıllı mütefekkir Said Nursî’nin de bu konuya duyarlı olduğunu ortaya koyduğu çalışmalardan okuyabiliriz.

Nitekim Nursî’nin, Cumhuriyet döneminde olduğu gibi Osmanlı döneminde de Kürdistan diye adlandırılan Güneydoğu bölgesinin sorunları üzerinde durduğunu görmekteyiz.  O bölgede doğmuş ve hayatının bir kısmını o topraklarda geçirmiş olan Nursî bölgenin handikapları, zorlukları ve sorunlarını yerinde tesbit ederek farklı yollarla dile getirmeye çalışmış ve bu yönde de çalışmalarını sürdürmüş olduğunu söylemek mümkündür.

Tarihi, sosyo-ekonomik, sosyo-kültürel ve siyasal boyutu olan Kürt Sorunu’nun temelinde Kürt asıllı vatandaşların ne lütuf ne de tartışma konusu olacak temel hak ve özgürlüklerinin anayasa tarafından teminat altına alınmamasının yatmakta olduğunu söyleyebiliriz. Bugün atılan adımların en somutu “sivil anayasa” projesidir. Yeni bir anayasa gündeme geldiğinden bu yana Türkiye’de şimdiye kadar mevcut antidemokratik, gizli veya aleni, tüm uygulamalar sorgulanmaya başlanmıştır. Özgürlük ihlalleri ve ayrımcılıklarla  mücadelede hayati önem atfedilen anayasal sistemin hayatı boyunca destekçisi ve savunucusu olan Nursî’nin eserlerine ve verdiği mücadelelere baktığımızda baskıcı ve dayatmacı bir rejim yerine bireylerin haklarının gözetildiği, sivil ve özgür bir toplum amaçlayan demokratik bir sistemi ön plana çıkardığını görmekteyiz. Her tür vesayete karşı çıkan Nursî’nin demokrasi anlayışı katılımcı, çoğulcu ve özgürlükçü bir yaklaşım olduğunu görmekteyiz.

Anadilde eğitim ve eğitimde fırsat eşitliği konusunu da ele alan Nursî Kürtlerin eğitim gibi en temel haklarını Türkçe bilmedikleri için kaybettiklerini vurgulamıştır. Nursî’ye göre o bölgenin maddi ve manevi kalkınması eğitim alanındaki iyileştirmelere bağlıdır. Bu soruna sunduğu çözüm ise eğitimin Arapça, Türkçe ve Kürtçe verildiği bir üniversite projesi: Medresetü’z-Zehra. Kürtçe dilini duyguların aynası, Kürtçe edebiyatını da medeniyet lisanı olarak tanımlayan Nursî, Kürtleri etnik köken, dil ve kültürlerinden uzaklaştırıp, bir nevi “türkleştirme”ye gitmek zulümden de ziyade “usul-ü vahşiyâne” olarak ifade etmiştir.

Nursî eserlerinde ve söylemlerinde Kürt kimliğine, doğduğu ve büyüdüğü “Kürdistan”a vurgu yapmaktan hiçbir zaman çekinmediği görülmektedir. Fakat bu ifadeler Said Nursî’nin milliyetçi bir ruh taşıdığı anlamına gelmez. Zira o dönemde fazlaca tartışılan ulus devlet ve milliyetçiliğe karşı Nursî ümmetçiliği savunmuştur. Nursî Türkiye’de toplumsal barış çerçevesinde İslam kardeşliği üzerine durulması gerektiğini defalarca vurguladığını görmekteyiz. Milliyetçilikten ziyade ümmetçiliği ön plana çıkaran Nursî için bu yaklaşım kendi başına Kürt sorununu çözmeye yetmeyecektir, fakat çözüm yolunda mesafe katlettirebilecek boyuttadır.

Toplumsal barışın inşasında dili, dini ve ırkı farklı kesimlerin birlikte yaşaması anlamına gelmektedir. Nursî’ye göre toplumsal barışın en büyük düşmanı milliyetçi, bölücü, ayrılıkçı ve adavet duygularıdır. Demokratik bir toplumda bütün farklılıkların birlikte yaşama şansının olduğunu Nursî’nin Ermeniler ve diğer azınlık gruplara karşı takındığı tutumda görebiliriz. Ona göre toplumsal barışı ve birlikte yaşamı temin edecek insan hakları, adalet ve hukuk karşısında eşitlik ilkesidir.

Toplumsal barışa en büyük darbe diğerini tanımama olduğunu söyleyebiliriz. Nursî’nin de şiddetle vurguladığı Kürt dili, edebiyatı ve kültürünü yaşatma çabası aynı zamanda toplumun diğer kesimlerine bu zenginliği tanıtma ve aktarma çabasıyla birleşmelidir. Bu açıdan üniversiteler bünyesinde Kürt dili ve edebiyatı ana bilim dalı oluşturmak ve bu doğrultuda akademik çalışmalara teşvikin yanı sıra, enstitülerin açılması ve Kürt dili ve edebiyatına damgasını vurmuş şahsiyetlerin eserleri resmî kurumlar tarafından tanıtılması hayati önem taşımaktadır.

Dr. Müşerref Yardım
Taraf, 21.1.2013

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*