Mehmet Tahiri Mutlu

Onu ilk defa 1973 yılında İzmir Karabağlar dershanesinde görmüş ve irkilmiştim.

Bana Risaleleri tanımama vesile olan Ömer Şahin kardeşime:

“Ömer bu zat veliye benziyor” dediğim de: “Bu mübarek zat Bediüzzaman’ın halis talebelerindendir” demişti.

Daha sonraki yıllar da müteaddid defalar görüşüp duâlarını talep etmiştim.

Çorum’a gelişleri Merhum Bayram Yüksel Ağabey ile Kur’ân-ı Hakîmin basımı vesilesi ile olmuştu.

Haşmet ve velâyetin izleri zahiren kendi yüzünde görünüyordu.

Tahiri Mutlu Ağabey, 1900 yılında Isparta Atabey ilçesinde Dünyaya gelmişti. Askerlik yıllarında savaş devam ediyordu. O da dört yıl demir yollarında askerlik hayatını devam ettirdikten sonra, terhis oldu ve gazi ünvanı aldı, kendisine İstiklâl madalyası verildi ve maaş bağlandı, ama  maaşı almadı. 1931 yılında Nurları tanıdı. Ve Nur hizmetinde hasların hası ünvanını aldı.

İstanbul da Bediüzzamanın eski eserlerinde Lemaat, Hakikat Çekirdekleri, İşarat’ül İcaz gibi eserlerini sahaflardan bularak, bu eserleri Kastamonu’da bulunan Bediüzzaman Hazretlerine getirdi. Bu kitaplarını gören Bediüzzaman çok sevindi ve Lemaatı Sözler kitabının arka kısmına koydurdu. Ve bu sevinç içinde Tahiri Ağabey’e Mevlânâ Halidi Hazretlerinden intikal eden cübbeyi giydirir.

1942 yılında Ayat’ül Kübra adlı eseri İstanbul’da bastırmak ister. Fakat ne mümkün. Matbaaları bir bir dolaştığı halde hiçbir matbaacı basmak istemez. Sonra bir matbaacı razı olur ve eser basılır. Sıra kitabın kapağına gelir. Bozkurt Matbaa sahibi “Ben sadece kapağı yaparım, ama üstündeki kitabın adını ve müellifin ismini yazamam” der. Tahiri Ağabey bunu da kabul eder. Bu defa lastik damga yapanları dolaşır Tahiri Ağabey. Lastik damga yapanlar buna da razı olmaz. Devir Halk Partisinin en dehşetli zamanlarıdır. Bu defa Tahiri Ağabey “Bana sadece tek tek harf yapar mısınız?” der. Bu teklifi damgacı kabul eder ve yapılan harfleri bir araya getiren  Tahiri Ağabey,  dört yüz kitabın üzerine Müellifinin adını ve kitabın adını kendisi tek tek basar.Ve kitapları tren ile Isparta’ya gönderir. Fakat evhama kapılan matbaacı emniyete ihbarda bulunarak kitaplar Isparta garında yakalanır. Ve bundan sonra Denizli Mahkemesi başlar. Bediüzzaman Hazretleri önce Kastamonu’dan Ankara yolu ile Isparta’ya getirilir bir müddet sonra da Denizli’ye sevk edilir.

Bediüzzaman Hazretleri Tahiri Ağabey’e ayrı bir ilgi ve alâka gösterir. Kendisine yazdığı bir mektupta: “Peder ve validenize de benim tarafımdan selâm ediniz. Tahiri gibi kahraman bir şakirdi  Risale-i Nur’a yetiştiren ve o vesile ile defteri amaline daima hasenat yazdıran bir şakirdi bize kardeş  veren o mübarek zatlar, inşallah bu saadeti daima idame ettireceklerdir. Dünyanın cam parçalarını, o elmaslara tercih etmeyecekler. Onlar, hususî duâmıza dahildirler” (Kastamonu Lâhikası)

Bediüzzaman kendisini Nur fabrikasının sahiplerinden saymıştır. Uzun boylu, ak sakallı, iri ve kalın kaşlı, gür bir sesi vardı. Bediüzzaman’ın tabiri ile “İhtiyarların genci, sarsılmayan sadakati ve aldanmayan zekâsı” idi.

Bir gün Bediüzzaman kendisine:

“Tahiri istihdam olunduğuna mı razısın yoksa benim zannımda veliyi azam olmanı mı istersin?” der.

Tahiri Ağabey cevap verir:

“İstihdam olunmamı isterim Üstadım” der.

Bediüzzaman:

“Maşallah…..gerçi velidir” der.

Denizli hapsinde Bediüzzaman Hazretleri ile beraber bulunur. Daha sonra Afyonkarahisar hapishanesinde Tahiri Ağabey de vardır. Burada Nur Talebeleri arasında bazı üzücü olaylar yaşanır.

Bediüzzaman bu hallere çok üzülmüştür. Ve el açıp yalvarır:

“Ya Rabbi yok mu bir talebem? diye Cenâb-ı Hakk’a iltica ettiğim zaman birden bana Tahiri gösterildi” diyordu. Ve anlatmaya devam ediyordu:

“Tahiri o zaman bir veliyi azim, bir kutup tahayyül ettim. Sonra baktım ki, sen istihdam olunuyorsun”

Sonra Tahiri Ağabeyin mübarek hanımı vefat eder. Evlenmek ister. Bediüzzaman Hazretleri evlenmesini istemez ve daimî hizmetine alır kendisini.

Daha sonra bir seyahat esnasında aynı vasıtada bulunan evleneceği hanımı görür ve evlendiği  eşine ne kadar sıkıntılar çektirdiğine şahit olur. Üstad’ın ne kadar haklı olduğunu düşünür ve Rabbine hamd ve şükreder.

Üstad’ın vefatından sonra da hizmetlerine devam eder. Zübeyir Ağabey kendisinin İstanbul’a gelmesini arzu eder. Ve

Tahiri Ağabey bu dâvete tereddüdsüz avdet eder. Sık sık Zübeyir Ağabey ile görüşür ve hizmetleri beraber tedvir ederlerdi.

Zübeyir Ağabey ile aralarında yirmi yaş olduğu halde ona karşı saygı ve bağlılığı bir başka idi.

Ziyaretinde kapıya dönerek gitmez, Zübeyir Ağabey’in huzurundan el pençe geri geri gittiğinin canlı şahitleri vardır.

“Niçin böyle yaptığını soranlara:

“O bizim Üstadımız zamanında da kumandanımızdı, Üstad’ın birinci muhatabı o idi.” derdi.

İstanbul’da Koca Mustafa Paşa semtinde kalırdı. Asansörsüz bir bina olduğu ve yüksek katlı olduğundan “Seba semavat” denirdi kaldığı dershaneye. Sık sık İzmir Tire ilçesinde kızının yanına geldiğinde İzmir’e de uğrardı. Biz de o zamanlar bir bayram havası yaşardık. Çok mütevazi idi. Senli benli konuşurduk.
Üstadımız:

“Beni görmek isteyen Tahiri’yi görsün” dermiş.

Üstad’ı üzen bir hadise olduğunda Üstad’ın yanında kalan Ağabeyler Tahiri Ağabey’i Üstad’a gönderirlermiş. Üstad’ın ona karşı ayrı ve bir özel davranışı olurmuş.

Tahiri Ağabey, 1977 yılı 3 Nisanında Rahmeti Rahmana kavuştu. Ben o zaman askerlik vazifesi ile Edirne ilinde bulunuyordum, cenazesine iştirak edemedim.

Ama o mübarek, Üstad’ın tabiri ile kırk evliya kuvvetinde olan Mehmet Tahiri Ağabeyimizi hiç unutmadık. Sadakati ile, metaneti ile, harika ihlâsı ile hep hatıralarımızda kaldı.

Mekânı cennet olsun.

O Şimdi Eyüp sırtlarında bir çok ağabey ve kardeşlerimizin medfun bulunduğu kabrinde mânen bizlerle beraberdir.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*