Lokantalarda, garsonlar müşterilerin yemek siparişlerini sorduktan ve not ettikten sonra, onlara içecekle ilgili tercihlerini de sorarlar;
“-İçecek olarak ne alırsınız?” vb
Müşteriler de, garsona içecek tercihlerini bildirirler.
Aslında, sadece o durumda ve sadece içecekler için değil; bütünüyle “hayat tercihtir.”
Üzerinde vecize ve diğer mahiyette bir veya birkaç kelimelik yazılar bulunan çeşitli rozetlerin satıldığı bir yerde, Batılı bir düşünür’ün “Bir insanın en büyük gücü, seçebilme gücüdür.” sözünün yazılı olduğu bir rozet dikkatimi çekmişti.Batılı düşünürün o sözü, insan sanki gerçek güç ve kuvvet sahibiymiş gibi, gücünün en büyüğünün ne olduğundan bahsetmektedir. Halbuki, insandaki güç ve kuvvet hakikî değil; mecazîdir. İslâm inancında yer alan ve halk dilimizde de yaygın bir zikir olan “Lâ havle velâ kuvvete illâ billahil aliyyil azim” (Güç ve kuvvet, sadece Yüce ve Büyük olan Allah’ın yardımıyla elde edilir) cümlesi de bunu ifade eder. Vücudundaki ortalama yüz trilyon tane kadar hücresinin her birinde, kendi iradesinin ve kontrolunun dışında tam verimle saniyede binlerce biokimya reaksiyonu olan insan, gerçek güç sahibi olduğunu iddia edebilir mi? Gece-gündüz hiç durmadan, kendisi uyku halindeyken bile çalışarak kan dolaşımı ile hayatının devamına sebeb olan kalbini, dörtyüz çeşit kimya fabrikasının işini yapan karaciğerini, teneffüs organı akciğerini, sindirim sistemine alınanların vücuda zararlı olan atıklarını süzen böbreklerini ve diğer organlarını insan, kendisindeki “gerçek gücü” (?) ile mi çalıştırmaktadır?
Bu zikirle ilgili bilmemizde fayda olan bir hadis de şöyledir: “Zor bir duruma düşen, ‘Bismillahirrahmanirrahim ve lâ havle ve lâ kuvvete illâ billahil aliyyil azîm’ derse, Allah-ü teâlâ, onu her türlü bela ve musibetten korur. – Deylemî-)
Çünkü, bütün fiilleri meydana getiren “fail-i hakikî”: Allah’tır (c.c.); insana da onu imtihan için, herhangi bir fiili “tercih etmek” imkânını vermiştir. “Yani mânen der: ‘Ey abdim, ihtiyarınla hangi yolu istersen, seni o yola götürürüm. Öyle ise, mesuliyet sana aittir.” (Risale-i Nur Külliyâtı, 26. Söz). İnsan, tercihte bulunur; fakat o tercihinin mes’uliyetini de yüklenir. Âmentü’deki, imanın altı esasından biri olarak Müslüman ailelerin küçük yaşlarından itibaren çocuklarına ezberlettiği “Hayrihî ve şerrihî minallahi teâlâ” (Hayır ve şer Allah’tandır) cümlesi de, insan hayrı tercih ederse Allah (c.c.) onun için hayrı yaratır; insan şerri tercih ederse Allah (c.c.) onun için de şerri yaratır; fakat her iki halde de, insan fiilinin asıl sahibi olmadığından, sadece tercihiyle ya sevabını ya da günahını yüklenir. Bu, kader meselesinin de önemli esaslarındandır.
Hâl böyleyken, her mevzuda olduğu gibi, lokantalarda veya başka yerlerde ne içeceğimizle ilgili de, doğru tercihte bulunmak ve helal içecek tercih etmek mesuliyetini taşımakta olduğumuzu söyleyebiliriz.
Bilhassa yaz mevsiminde sıcakların artmasıyla ve yaklaşan Ramazan ayında iftar sofralarının donatılmasıyla ilgili olarak da, Müslümanlar’ın içecekleri konusu üzerinde durmakta fayda vardır.
En iyi içecek, sudur. Fakat; sudan başka, herkesin de bildiği büyük bir kısmı gene su olan başka içecekler de vardır. Kur’an’da “en’am” kelimesiyle bahsedilen inek, koyun, keçi, deve, manda gibi, hayvanların sütleri, bu sütlerden yapılan yoğurtlara fazladan su ilavesiyle yapılan ayran, limonata, sağlığımıza zarar vermemesi için tedbiri ihmal etmeyerek içebileceğimiz en çok bilinen çay cinsleri, diğer bitki çayları, kahve, kakao, evlerde çeşitli meyvelerin sıkılmasıyla veya kaynatılması ve bazı baharatın ilavesiyle yapılan özel şuruplar, şerbetler, kompostolar; çeşitli reçellere uygun oranda su katılmasıyla yapılan içecekler, katı meyve sıkacakları veya mikserlerle hazırlanan içecekler, endüstriyel içecek ürünleri olarak satın alınabilen çeşitli konsantrasyonlardaki meyveli içecekler, nektarlar, %100 meyve suları ve tabiî haldeki maden suları gibi içeceklerden başka, son asırlarda bunlara helalliği iyi araştırılması gereken modern günlük hayatta çok yaygın hale gelmiş bazı içecekler de eklenmiştir. Müslümanlar, yaşadığı zamanda yaygın olan o içeceklerin helalliğini merak etmek ve araştırmak hassasiyetini göstermelidir.
Bunların arasında zamanımızda çok yaygın olan gazozların mahiyeti ve helalliğinin sorgulanmasında ve üzerinde durulmasında fayda olabilir. Türkiye’de gazoz yapılamasına ilk defa hangi tarihte başlandığı hakkında kesin bilgi verilemese de 1928 yılına kadar, sadece azınlık gayrimüslimler tarafından yapılmakta olduğu bilinmektedir. “Müslüman mahallesinde salyangoz satmak” şeklinde bir halk deyimi vardır. Müslümanlara yenmesi yasak olan salyangozun, Müslüman mahallesinde gerçekten satılması olmuş mudur, bilmiyoruz; fakat Müslüman mahallesinde, gazoz gibi içinde alkol bulunması muhtemel içecekler yaklaşık bir asırdır satılıyor.
Mehmet Çukurova 1928’de bütün Türkiye’de, ilk defa Adana’da “Bade” markasıyla gazoz imalatı yapan ilk Türk gazoz imalatçısıymış. Oğlu Kerim’in söylediğine göre, Mehmet Çukurova gazoz yapmayı Adana’da Ermeni bir işletmecinin gazozhanesinde çalışarak öğrenmeden önce de, ninesi Adana’da çarşı ve pazarlarda gazoz satarmış.
Mehmet Çukurova Ermeni tehcirinden sonra Adana’dan ayrılan patronunun gazozhanesini o zamanın parasıyla 40 kuruşa satın alarak gazoz üretiminin başına geçmiş. “Bade” markasının, gazozhaneyi devren aldığı Ermeni’nin seçtiği bir marka ismi mi, yoksa o Ermeni’den devraldıktan sonra kendisinin seçtiği bir marka ismi mi olduğu merak edilebilir. Fakat her iki halde de, dilimize Farsça’dan gelmiş, en fazla kullanılan yaygın manasıyla “şarap, içki” manâsındaki “Bade”nin gazoz markası olarak seçilmiş olması, şarabın dinimizde kesin haram oluşunu hafife almak gibi bir manâya da gelebileceğinden ve ehl-i gafletin dillerindeki bazı şarkıların sözlerinde de bu kelime “şarap” manâsında kullanıldığından, kimin tarafından verilmiş olursa olsun, “Gazoza bu marka ismi seçimi iyi olmamış” demeden geçemeyeceğiz. Mehmet Çukurova’nın 1964’te vefatından sonra, çocukları Kerim ve Yusuf kardeşler Adana’da o gazozhanenin işletilmesini devralmışlar. Türkiye’nin dört bir yanından gazoz yapmayı öğrenmeye gelen o zamanın bütün gazozcularına da gazoz yapmasını Kerim Çukurova öğretmiş.
Adana’da “Bade” marka gazozun üretimine devam eden Kerim Çukurova’nın dediğine göre, kendisi askerlik yaptığı yıllarda orduda yalnız limonlu gazoz yapan gazoz üretim tesisleri varmış. Limonlu gazoz, belki sadece limonatanın basınçlı CO2 gazıyla şişelere doldurulmuş ve içinde kasdî bir işlemle alkolde çözülmüş “aroma” maddesinin bulunmamasıyla helallik bakımından daha güvenli olmasına rağmen; Kerim Çukurova, kendisi için övünülebilecek bir hadise olmadığı halde, gazoz üretimini askerî birliğinde daha geliştirmek için çilek, muz, frambuan gibi değişik meyve “aroma”larını Adana’daki babasından isteyip getirterek bunları gazoz bileşimine ilave edince, o “aroma”larla birlikte herhalde onların çözücü maddesi olarak kullanılmış etil alkolü de gazozların bileşimine sokmuş.
“Aroma” kelimesinin yer aldığı bir bileşim formülünde, “aroma”yı suda çözünebilir hale getirmek için etil-alkolün kullanılması ihtimalinin çok oluşu sebebiyle, helal gıda hassasiyeti yönünden “aroma” kelimesinin üzerinde dikkatle durmak icap eder. “Aroma”, gıda endüstrisinde ekseriya, “içinde olmayan meyveyi sadece kokusuyla, içindeymiş gibi hissettirmek için kullanılan madde” manâsındadır. “Aroma” denilen meyve esansları, yağ cinsinden maddeler olduğundan, suda çözünebilmeleri için önce etil alkolde çözülmüş olarak satılmaları çok yaygındır. Daha evvel de çeşitli vesilelerle belirttiğim gibi, etil alkol yerine propylen glycol gibi helal çözücülerin de ayni maksatla kullanılması mümkünken, halâ bazı meşhur fıkıhçılarımız bile “aroma”yı çözen bir madde olarak etil alkolün içecek bileşimine bilerek kasdî bir işlemle katılması haline karşı duyarsızlık göstermektedir. “Aroma”lı içecek imalatçıları da, ya bu meseleye karşı tam kayıtsızlıklarından veya “fetva sorumluluğu o fıkıhçılardadır” düşüncesiyle, etil alkolde çözülmüş olan “aroma”ları kullanmağa devam etmektedirler.
Gazozlar için etil alkollü “aroma”, helallik bakımından kritik bir madde olduğu gibi, meyveli maden suları için de durum aynidir ve onların da helallikte daha güvenilir olması sebebiyle, “aroma”sız tabiî ve sade olanları tercih edilmelidir.
Ülkemizdeki azınlıklar tarafından değil, Türkler tarafından yerel olarak gazoz imalatının 1928’den şimdiye kadar, 86 yıllık bir geçmişi varken, ondan 42 yıl önce de, gazoz sektöründe dünyanın en büyük markası olan Coca-Cola’nın formülü 1886 yılında ilk defa Amerika’lı eczacı John Pemberton tarafından bir ilaç gibi yapılmış; önce bardakta satılıyorken 1894’te şişelenmiş, 1909 da orijinal şişesinin şekli tescil ettirilmiş, Türkiye’de ise ilk defa 1967’de satışa sunulmuştur. 1886 yılından şimdiye kadar da, çok yoğun reklam kampanyaları ile 200’den fazla ülkede satılan bir içecek olmuştur
Coca-Cola, son yıllara kadar 13 yıl üst üste, dünyanın marka değeri en yüksek satış ürünü konumundayken, New York Times’in paylaştığı bir sıralamada sonraki iki yılda birinciliği Apple adlı bir teknoloji firmasına kaptırmıştır. Bu yıl onuncusu yapılan “BrandZ Top 100 (En değerli 100 global marka)” araştırmasında son yayınlanan listeye göre ilk sırayı Google almış; Coca-Cola ise ancak 6.sırada kendine yer bulabilmiştir. Bunda, sağlığa zararlarına dair çeşitli neşriyatın satışlarını olumsuz şekilde etkilemesinin de rolünün olduğu söylenebilir. Coca-Cola’nın, anavatanı olan Amerika’da bile satışı bilhassa 2007 yılından beri düşüş seyrindedir. 2013 yılında Coca-Cola’nın Amerika’daki satışının düşüş yüzdesi %-9,4 ve bileşiminde şeker olmayan Diyet –Cola’nın Amerika’daki satışının düşüş yüzdesi %-19,2 olduğunu bu mevzudaki neşriyattan öğreniyoruz.
Coca-Cola’nın, satışlarındaki bu düşüş sebebi ile, “şimdiye kadar değişmeyen logo ve şişesi”ni bile değiştirmek ihtiyacını duyduğu anlaşılmaktadır. Şirketin Türkiye’deki satışlarını arttırmak için ismini Türkçe okunuşu ile “Koka-Kola” yazmak kararı aldığı belirtiliyor. Geçen Ramazan’da Türkiye’de ve diğer İslâm ülkelerinde iftarı konu alan reklamları, helal gıda hassasiyeti olanların tepkisini çektiyse de, bu konudaki hassasiyeti az olan Müslümanlar’ın, Coca-Cola satışını arttırmış oldukları da bilinmektedir
Coca-Cola’nın, o reklamlarının benzerini bu yılın Ramazan ayında da tekrarlayacağı tahmin edilebilir. Gazoz kutularının üzerine “Bu Coca-Cola senin için” yazısının altında Türkiye’de en çok kullanılan Mehmet, Ali, Ayşe, Fatma,.. gibi isimleri çok iri harflerle yazılmış görenlerin onu satın almak isteğini uyandırmak da, şirketin ülkemizde uyguladığı reklam taktiklerinden biri oluyor.
“Global düşün, lokal hareket et” prensibinin çeşitli reklam versiyonlarının kurbanı olan kişilerin, marketlerde sıraya girip kendi isimlerinin yazılı olduğu Coca-Cola kutusu aradıkları görülüyor. Coca-Cola firması, satışlarını arttırmak için insanın mutluluğu meselesini fiziksel, duygusal ve kültürel yönden ele alarak, her biri için farklı yaklaşımlarda bulunuyor. “Susuzluğu giderici ve sofrayı tamamlayıcı” özellikte olduğu iddiasıyla “fiziksel mutluluk sağlayıcı”, “müzik ve spor müsabakaları seyretmekte” mutluluk arayanların atmosferine girmeye çalışarak “duygusal mutluluk sağlayıcı”, bilhassa Ramazan ayında ve yeni yılda “güya kültürel manâda yerelleşme stratejisi” ile de “kültürel mutluluk sağlayıcı” olduğuna hedef kitlesini inandırmaya çalışıyor.
Halbuki, insan bu dünyaya kimin tarafından ve ne maksatla gönderildiğini bilmeli ve hayatını ona göre yaşayarak, sahte mutluluklarla avunmağa çalışmamalıdır. “Katiyyen bil ki: Hilkatin en yüksek gayesi ve fıtratın en yüce neticesi ‘Îman-ı Billah’tır. Ve insaniyetin en âlî mertebesi ve beşeriyetin en büyük makamı, Îman-ı Billah içindeki ‘marifetullah’tır. Cin ve insin en parlak saadeti ve en tatlı ni’meti, o marifetullah içindeki ‘muhabbetullah’tır. Ve ruh-u beşer için en halis sürur ve kalb-i insan için en safî sevinç, o Muhabbetullah içindeki ‘Lezzet-i Ruhaniye’dir. Evet bütün hakikî saadet ve halis sürur ve şirin ni’met ve safî lezzet, elbette Marifetullah ve Muhabbetullah’tadır. Onlar, onsuz olamaz. Cenab-ı Hakk’ı tanıyan ve seven, nihayetsiz saadete, nimete, envâra, esrara; ya bilkuvve veya bilfiil mazhardır. O’nu hakikî tanımayan, sevmeyen; nihayetsiz şekavete, âlâma ve evhama manen ve maddeten mübtelâ olur. Evet, şu perişan dünyada, avare nev’-i beşer içinde, semeresiz bir hayatta; sahipsiz, hamîsiz bir surette; âciz, miskin bir insan, bütün dünyanın sultanı da olsa kaç para eder. İşte bu avâre nev’-i beşer içinde, bu perişan fanî dünyada; insan, sahibini tanımazsa, malikini bulmazsa, ne kadar biçare sergerdan olduğunu herkes anlar. Eğer sahibini bulsa, malikini tanısa, o vakit rahmetine iltica eder, kudretine istinad eder. O vahşetgâh dünya, bir tenezzühgâha döner ve bir ticaretgâh olur.” (Risale-i Nur Külliyâtı, 20. Mektub Mukaddemesi).
Günümüzde çok yaygın modern bazı içeceklerle ilgili, asıl dikkat çekmem gereken şudur:
Görev yaptığım üniversitenin İlahiyat Fakültesinin Fıkıh Anabilim Dalı Başkanı, bazı içeceklerin helalliği konusunu müzakerelerimiz neticesinde, konuyu hükme bağlamakta anahtar mahiyetinde olarak, (gazozlarda çok rastlandığı gibi) üretim aşamasında dışarıdan kasdî olarak sekerat verici bir madde olan etil alkolün az miktarda da olsa ilavesiyle veya (şarap ve emsali çok alkollü içeceklerden başka, keskinleşmiş kefir, keskin boza, keskin şıra vb yapılmasında olduğu gibi) sekerat verici etil alkolün teşekkül edeceğini bilerek, kasdî bir fermentasyonla yapılan bir içeceğe “helal” denilemeyeceğini son söz olarak bana söylemişti. Böylece ikimiz, ilgili fen ve din ilimlerini imtizaç ettirmeye çalışarak bu konudaki hakikate ulaşmanın yolunu bulmuştuk. Sekerat verici bir maddenin bilerek vücuda alınan miktarının bir damla oluşuyla daha fazla oluşu, yalnız oluşuyla başka maddelerle, fakat aslını muhafaza eder halde karışmış oluşu arasında onun “haram”lığı yönünden fark olmadığı da zaten çok bilinen, ehl-i ilim tarafından açıkça ilan ve kabul edilen bir husustu. Buna göre, hangi ülkenin hangi şehrinde, hangi markalı yapılmış olursa olsun, bu şekilde bileşimine sekerat verici etil alkol kasdî bir işlem sonucu girmiş olan bir içeceği, “helal gıda hassasiyeti” olan bir Müslüman pervasızca içemezdi.
Helal içecekler arasında ülkemizde en başlarda sayılan ve “millî içeceğimiz” de denilen ayranın, mikserlerde içine karbonat ilave edilerek veya ilave etmeden yarım bardak dolusu ayranı bir bardak dolusu gibi gösterecek şekilde köpürtülmesiyle değil; tabiî haliyle servis edilmesi daha iyi olmasına rağmen, maalesef bu “köpüklü ayran sunîliği”, (belki de aldatmacılığı) bazı lokantalarda ve büfelerde sanki iyi servismiş gibi âdet haline getirilmiş durumdadır.
Ayranla ilgili, bahsettiğim köpüklü ayrandan daha da kötüsü: satılmayıp uzun süre durmaktan ekşimiş yoğurtları satış yerlerinden çok ucuza veya bedava alıp içine biraz limon sıkarak, su ilavesiyle ayran yapmak ve bunu da “limonlu ayran” adı altında, sanki ekşiliği sadece içindeki limon suyundanmış gibi göstermeye ve sorulduğunda böyle savunmaya çalışmak suretiyle müşteriyi aldatarak, gösterişli bir bardakta bir içme çubuğunu da içine daldırarak satmaktır.
Böyle yaparak müşteriyi aldatanlar, “Hiç kimse ayranım ekşidir demez” halk deyişinin, gerçek hayattaki en kötü misallerinden birini vermektedirler.
Benzer konuda makaleler:
- Hedonism’in Köleliği
- Kurban ve Gazoz
- Manevi bir yangına körükle gidenler
- Gazozlar helal mi?
- ‘Cola’nın rengi
- En iyi “eğitim reformu” nasıl yapılabilirdi?
- Dikkat çeken araştırma: Arılarla ilgili yeni bir tefekkür penceresi
- Bu kütüphanede kayıt yok!
- Hz. İsa’yı (as) herkes tanıyacak mı?
- Geleceğin eğitimine hazırlık
İlk yorum yapan olun