Risale-i Nurlar, âb-ı hayattır

Image

27 Mayıs 1960 ihtilâlinden önce Risâle-i Nurlar hakkında verdiğim gerekçeli takipsizlik kararından dolayı sürgünden sürgüne yollandım. Adalet Bakanlığı Müsteşarı, verdiği sözden dönerek 1964 yılında kışın ortasında Hakkari’ye tayin etti.

Bir bavulla yapayalnız gittiğim, güya mahrumiyetin zirvesindeki o ilde en büyük güç, enerji ve tesellî kaynağım Risâle-i Nurlar idi. Doyasıya okumak, feyz almak için bu bir fırsattı.

10. Söz olan Haşir Risâlesini tekrar okuyordum. Şu pasajlar beni hayata bağlıyor; yapayalnız kasvetli günlerim o olumsuz şartlara, mahrumiyetlere rağmen hoş, huzurlu, sürurlu, ünsiyetli geçiyordu:

“Şu memlekette o merhamet, o nâmusa lâyık binden biri yapılmıyor; zâlim izzetinde, mazlum zilletinde kalıp, buradan göçüp gidiyorlar…”1 “Demek bu meydan-ı imtihanda olanlar, başıboş değiller; saadet sarayları ve zindanlar o­nları bekliyorlar.”2 “O zâtın (Allah’ın) izzetine ve gayretine dokunacak ve şe’n-i merhameti hiç kabul etmeyecek muâmeleler, o büyüklerden sudûr ediyor. Burada cezaya çarpmıyor. Demek, bir mahkeme-i kübrâya bırakılıyor.”3

Hakkâri’ye hâkim olarak tayin edilen temiz karakterli, iyi niyetli bekâr genç bir arkadaşla iki sene teşrik-i mesai yaptım.

O, ebeveyni kendisine vaktiyle dinî eğitim veremediğinden maneviyâta yabani idi. Dinî vecibelerini eda edememenin ıztırabını yaşadığını, İstanbul’da hukuk tahsili sırasında nefsine hâkim olamadığından işlediği günahların ağır yükünden dolayı vicdan azabı hissettiğini, bu hâlin kendisini rahatsız, huzursuz, mutsuz ettiğini anlatıyordu. Arayış içindeydi. Gaflet tünelinden çıkmak istiyordu.

Ona Risâle-i Nur’dan şu pasajı okudum: “Nefsini itham eden, kusurunu görür. Kusurunu itiraf eden, istiğfar eder. İstiğfar eden, istiâze eder. İstiâze eden, şeytanın şerrinden kurtulur. Kusurunu görmemek, o kusurdan daha büyük bir kusurdur. Ve kusurunu itiraf etmemek, büyük bir noksanlıktır. Ve kusurunu görse, o kusur kusurluktan çıkar. İtiraf etse, affa müstehak olur.”4

Risâle-i Nurları büyük bir şevkle okuyan hâkim arkadaş:

“Allah senden razı olsun. Bu eserler bana âb-ı hayat gibi canlandırıcı bir etki yaptı. Verdiği ispatlı, iknâ edici, garazsız, halisâne öğütleri beni düştüğüm bedbînlik, ümitsizlik batağından kurtardı. Artık geleceği kapkaranlık, sonu meçhul bir tünel gibi görmek yerine, ap-aydınlık, nurlu ufuklar olarak görüyor, kalp rahatlığı, gönül huzuru ile yaşıyor, hayatın lezzetini yeni tadıyorum. Bilhassa ‘Meşru dairedeki zevklerle yetininiz. Gayr-ı meşrû dairedeki zevkler zehirli bala benzer’ sözleri, gençleri günah bataklığından çekip çıkaracak iffetli bir hayatın kapısını açacak değerde pek mükemmel irşatlardır.

“Bu eserlerin sahibi, yazdıklarını, öğütlerini bizzat tam bir ihlâsla, fedakârlıkla yaşadığı ve Hz. Peygamber’in gerçek varisi olduğu için sözleri, gönülleri fethediyor. İnkâr bataklığındakileri çekip çıkararak hem dünya, hem de ahiret saadeti bahşediyor. Daha dünyadan göçmeden insana Cennet nimetlerini tattırıyor” dedi.

Böylece Risâle-i Nurların öğrettiği, dinin “hayatın hayatı, hem nuru, hem esası”5 olduğunu kesinlikle ispat etmiş oldu.

Dipnotlar:
1- Sözler, s. 54
2- A.g.e., s. 56
3- A.g.e., s. 57
4- Lem’alar, s. 91
5- Sözler, s. 658

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*