Evet, On Beşinci Sözün Birinci Basamağında beyân edildiği gibi, hakikat katiyen iktizâ eder ve hikmet yakînen ister ki, zemin gibi, semâvâtın dahi sekeneleri bulunsun ve zîşuur sekeneleri olsun; ve o sekeneler, o semâvâta münâsip bulunsun. Şeriatın lisânında, pek çok muhtelifü’l-cins olan o sekenelere melâike ve ruhâniyât tesmiye edilir. Evet, hakikat böyle iktizâ eder. Zîrâ, şu zeminimiz, semâya nispeten küçüklüğü ve hakaretiyle beraber, zîşuur mahlûklarla doldurulması; ara sıra boşaltıp yeniden yeni zîşuurlarla şenlendirilmesi işaret eder, belki tasrih eder ki, şu muhteşem burçlar sahibi olan müzeyyen kasırlar misâli olan semâvât dahi, nur-u vücudun nuru olan zîhayat ve zîhayatın ziyâsı olan zîşuur ve zevi’l-idrâk mahlûklarla elbette doludur. O mahlûklar dahi, ins ve cin gibi, şu saray-ı âlemin seyircileri ve şu kâinat kitâbının mütâlâacıları ve şu saltanat-ı Rubûbiyetin dellâllarıdırlar. Küllî ve umumi ubûdiyetleri ile kâinatın büyük ve küllî mevcudâtın tesbihâtlarını temsil ediyorlar.
Evet, şu kâinatın keyfiyâtı, onların vücutlarını gösteriyor. Çünkü kâinatı hadd ü hesâba gelmeyen dakîk sanatlı tezyinât ve o mânidar mehâsin ile ve hikmettar nukuş ile süslendirip tezyin etmesi; bilbedâhe ona göre mütefekkir istihsan edicilerin ve mütehayyir takdir edicilerin enzârını ister; vücutlarını talep eder. Evet, nasıl ki hüsün elbette bir âşık ister, taam ise aç olana verilir; öyle ise, şu nihayetsiz hüsn-ü san’at içinde gıdâ-i ervâh ve kût-u kulûb, elbette melâike ve ruhânîlere bakar, gösterir.
Mâdem bu nihayetsiz tezyinât, nihayetsiz bir vazife-i tefekkür ve ubûdiyet ister; halbuki, ins ve cin şu nihayetsiz vazifeye, şu hikmetli nezârete, şu vüsatli ubûdiyete karşı milyondan ancak birisini yapabilir; demek, bu nihayetsiz ve çok mütenevvi’ olan şu vezâif ve ibâdete, nihayetsiz melâike envaları, ruhâniyât ecnâsları lâzımdır ki, şu mescid-i kebîr-i âlemi saflarıyla doldurup şenlendirsin.
Evet, şu kâinatın her bir cihetinde, her bir dairesinde, ruhâniyât ve melâikelerden birer tâife birer vazife-i ubûdiyetle muvazzaf olarak bulunurlar. Bâzı rivâyât-ı ehâdisiyenin işârâtıyla ve şu intizam-ı âlemin hikmetiyle denilebilir ki, bir kısım ecsâm-ı câmide-i seyyâre, yıldızlar seyyârâtından tut tâ yağmur katarâtına kadar, bir kısım melâikenin sefine ve merâkibidirler. O melâikeler, bu seyyârelere izn-i İlâhî ile binerler, âlem-i şehâdeti seyredip gezerler ve o merkeplerinin tesbihâtını temsil ederler.
Hem denilebilir: Bir kısım hayattar ecsâm, bir hadîs-i şerifte, “Ehl-i Cennet ruhları berzah âleminde yeşil kuşların cevflerine girerler ve Cennette gezerler” * diye işaret ettiği “tuyûrun hudrun” tesmiye edilen Cennet kuşlarından tut, tâ sineklere kadar bir cins, ervâhın tayyâreleridir. Onlar, bunların içine emr-i Hakla girerler; âlem-i cismâniyâtı seyredip, o hayattar cesetlerdeki göz, kulak gibi duyguları ile âlem-i cismânîdeki mu’cizât-ı fıtratı temâşâ ediyorlar, tesbihât-ı mahsusalarını edâ ediyorlar. İşte, nasıl hakikat böyle iktizâ ediyor; hikmet dahi aynen öyle iktizâ eyliyor. Çünkü, şu kesâfetli ve ruha münâsebeti az olan topraktan ve şu kudûretli ve nur-u hayata münâsebeti pek cüzî olan sudan mütemâdiyen hummalı bir faaliyetle letâfetli hayatı ve nurâniyetli zevi’l-idrâki halk eden Fâtır-ı Hakîm, elbette, ruha çok lâyık ve hayata çok münâsip, şu nur denizinden ve hattâ şu zulmet bahrinden, şu havadan, şu elektrik gibi sâir madde-i lâtîfeden bir kısım zîşuur mahlûkları vardır; hem, pek çok kesretli olarak vardır.
Sözler, Yirmi Dokuzuncu Söz, Mukaddime
LÜGATÇE
sekene: Sâkinler, kalanlar, oturanlar, meksûn olanlar.
zîşuur: Şuur sahibi.
tesmiye: İsimlendirme.
kasır: Köşk, saray, bina, yapı.
enzâr: Bakışlar, nazarlar.
Benzer konuda makaleler:
- Meleklerin varlığı
- Herşey onun (asm) nuruyla mânâ kazandı
- Kâinat ve risâlet-i Muhammediye
- İnsan başıboş değil, bir mükâfat ve mücâzâtı olacak
- Şu küçücük insanın büyük ehemmiyeti vardır
- Peygamberimize (asm) salâvat getirmek
- Baharda yeryüzü bir sofra-i nimet!
- Peygamberimize (asm) salâvat getirmek
- Muhabbet, şu kâinatın bir sebeb-i vücududur
- İbadetin manası şudur ki!
Kur’an’ı çağa tefsir ederek, “Ben kimim, nereden geldim, nereye gidiyorum, bu dünyadaki vazifem nedir?” sorularına cevaplar sunan, “iman-ı tahkiki”, “ahlâk” ve “istikamet” rehberi Risale-i Nur Külliyatı’nın müellifi.
İlk yorum yapan olun