Seyyid Mehmet Şefik Arvasî (1884-1970)

Mehmet Şefik 1884 tarihinde Bitlis’in Hizan ilçesine bağlı Arvas Köyünde doğdu. Bu tarihlerde Bitlis ve çevresinde önemli simaların yetiştiği ve bölgede yetişen âlimlerin daha sonra önemli bir üne sahip oldukları bilinmektedir. Mehmet Şefik de erken yaşlardan itibaren eğitim görmeye başladı.

 

Bediüzzaman’ın ilk talebelerinden olup Van’daki Horhor Medresesi’nde ders aldı ve burada talebelik yaptı. Ancak, bunun dışındaki eğitimi kimlerden ve ne şekilde aldığı hakkında ayrıntılı bilgi yoktur. Gerek Horhor’da gördüğü eğitim ve gerekse öncesinden aldığı ders ve eğitimle iyi bir birikime sahip olduğu, özellikle Arapça’ya vukufiyetinin çok iyi olduğu tercümelerinden anlaşılmaktadır.

Bediüzzaman’ın ilk talebelerinden olan Mehmet Şefik, Horhor Medresesi’nde ders görmekte iken, henüz Birinci Dünya Savaşı başlamamıştı. Talebelerine ders veren Bediüzzaman; “maddî ve mânevî” büyük zelzelenin yaklaştığını haber verirken; Mehmed Sadık, Sabri, Mehmed Mihri ve Hamza adlı talebeleri ile birlikte bu söylenen sözlere Mehmed Şefik de şahitlik etmiştir. “Evet, Üstadımız mükerreren Birinci Harb-i Umumîden evvel çok defa bize ulûm-ı Arabiyeyi ders verdiği zaman bize kat’î bir tarzda ‘Büyük ve umumî bir zelzele yaklaşıyor, hazırlanınız. O zaman herkes benim gibi mücerretlere gıpta edecek’ diye söylüyorlardı. Pek az zamanda, onun mükerreren verdiği haber aynen çıktı. Horhor’daki eski talebeleri namına…” (Emirdağ Lâhikası, s. 325).

Seyyid Şefik, büyük bir ihtimalle bir süre Horhor Medresesi’nde eğitim gördükten sonra İstanbul’a gitti. Çünkü, İstanbul’a geldiği dönem Osmanlı dönemidir. İstanbul’a gelip yerleşince Fatih Medresesi’nin Sahn kısmı için yapılan imtihana katıldı. Bu imtihana katılım çok yüksek olup sekiz yüz kişi müracaatta bulundu. Ancak, bunların içinde sadece sekiz kişi başarılı olabildi. Mehmed Şefik bu sekiz kişi arasına girmeyi başardı ve imtihanı kazandı.

Birinci Dünya Savaşı gibi büyük bir felâket ve sonrasında işgallere karşı verilen Kurtuluş Savaşı gibi büyük olaylar yaşandı. Yeni bir ülke kuruldu ve yeni gelişmeler birbirini takip etti. Bu arada birçok insanımız hayatını kaybedip şehitlik mertebesine yükseldi. Çoğu insanın yeri yurdu değişti. Akraba ve dostlar arasındaki irtibatlar koptu. Çok sayıda insan birbirinden habersiz hayatını devam ettirdi. Bütün bu büyük felâketlerden sonra Mehmet Şefik Bediüzzaman Hazretleri ile bağını koparmadığı gibi talebeliğini devam ettirdi.

Mehmed Şefik Arvasî de takibata uğrayan ve hapis yatanlardan birisi oldu. 1943 yılında tutuklandı. Tutuklandığı zaman İstanbul’da bulunmakta idi. Tutuklandıktan sonra, önce kırk bir gün gibi uzun bir süre İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nde tutuldu. Ardından Denizli’ye nakledildi. Denizli Hapishanesi’nde Bediüzzaman Hazretleri ile birlikte (bir süre aynı koğuşta) dokuz ay tutuklu kaldı. Bu sürenin sonunda hakkında beraat kararı verildi. Soyadı Kanunu çıkınca Arvasi soyadını almak istemişti. Ancak, nüfus memuru bunu yazıya dökerken Arvasi yerine Eryuvası’nı yazmış ve bu şekilde soyadını almıştı. Denizli Hapishanesi’nden tahliye olurken de bir yanlışlık daha yapıldı. Mehmed Şefik adı yerine, kayıtlara ismi Mehmed Şerif olarak geçti (Necmeddin Şahiner; Son Şahitler, 1. C., s. 53).

Risâle-i Nurda ismi sıkça zikredilen simalardan biri olan Seyyid Şefik Arvasî, Bediüzzaman’a değişik vesilelerle mektup yazdı ve duygularını dile getirdi. Risâle-i Nurdan Otuz Üçüncü Söz eline geçince Üstadına hitaben; “ Şifahane-i kalbinizden tulû eden ‘Otuz Üçüncü Söz’ünüzle otuz üç cihetten marîz olan kalb-i mecruhumuzu tedavi buyurmanızı bilhassa istirham eylerim.” (Barla Lâhikası, s. 41) demek suretiyle samimî hislerini ifade etti.

Seyyid Şefik’e “kahraman” diye hitap eden Bediüzzaman, bu talebesinin İstanbul’daki duruşunu şöyle överek nakletmektedir: “ … Şimdi bizimle uğraşan ve Abdülbâki ve Abdülhakîm ve Hacı Süleyman’ı nefyeden ve Yeşil Şemsi’yi tahliyeden sonra burada durduran adamlar, elbette Hâfız Mehmed ve Seyyid Şefik gibi salâbet-i diniyeleri ile ve onların ölmüş reislerine ve suretine baş eğmemesiyle ve ilhad ve bid’alara taraftarlıklarını göstermemesiyle beraber, serbest bırakmamak ihtimalini de, hem Risâle-i Nur’un tesettür perdesinden çıkıp gayet büyük ve umumî bir meselede kendi kendine merkezlerinde mübarezesi zamanında şakirtlerini arkasında bulmak ve kaçmamakla sarsılmaz ve mağlûp olmaz bir hakikata bağlandıklarını mütereddit ve mütehayyir ehl-i imana göstermesi gayet lüzumlu olduğunu dahi nazarınıza…” (Şuâlar s. 289).

Talebelerine Risâle-i Nur nüshalarını gönderen Bediüzzaman, bu nüshaların çoğaltılması ve özellikle Arabi ibareler hususunda Seyyid Şefik’ten istifade etmelerini tavsiye ediyordu. Hem yazım, hem de tashih hususunda talebelerini ikaz ederek; “… Hattı güzel bir zatı bulup size, kendinize istinsah etsen çok iyi olur. Fakat tashihine dikkat edilsin. Bir iki defa, kardeşim Seyyid Şefik’in muavenetiyle mukabele edilsin… İki Risâleyi Seyyid Şefik’in taht-ı nezaretinde tashihine gayet dikkat etmek şartıyla çabuk tab ediniz…” (Barla Lâhikası, s. 131) demektedir. Bir ara irtibatın koptuğu, Bediüzzaman Hazretlerinin bir mektubundaki; “Hapishanede, Risâle-i Nur’un son kâtibi kahraman Şefik acaba sağ mıdır? Nerededir? Merak ediyorum. Halil İbrahim’den sorunuz.” (Kastamonu L. 93) ifadesinden anlaşılmaktadır.

Seyyid Mehmet Şefik İstanbul’da bulunduğu uzun zaman zarfında muhtelif görevlerde bulundu. İstanbul Müftülüğü Mushafları Tedkik Heyeti Reisliği, Sultan Ahmed Camisi Başimamlığı, Eyüp Camisi’nde vaizlik gibi hizmetleri ifa etti. Sultan Ahmed Camisi Başimamlığını vefatına kadar devam ettirdi. Kaleme aldığı, “Peygamber Efendimizden Hutbeler ve Sohbetler” adlı eseri neşredildi. Çok sayıda kişiye hocalık yaptı.

İstanbul’da bulunurken Eyüp Sultan’da ikamet etti. 13 Mart 1970 tarihinde yine İstanbul’da vefat etti. Vefatından altı ay önce doktor olan oğlunun bir trafik kazası neticesi vefat haberini alırken büyük bir metanet ve tevekkül örneği sergiledi.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*