Süleyman Aleyhisselam

Süleyman Aleyhisselam, Davud Aleyhisselam’ın çok sayıdaki oğullarından biridir. Kardeşleri arasında, onun daha çocukken gösterdiği üstün zeka dikkatleri üzerine çekmesine yetti. Süleyman Aleyhisselam, Allah’ın çok büyük ihsanlarına mazhar olmuş bir peygamberdir. Davud (as)’a hem peygamberlikte hem de saltanatta varis oldu. Kendisine kuş dili öğretildi. Cinler, hizmetinde istihdam edildi. (Neml Suresi, 16, 17) Kur’an-ı Kerim’de özet olarak geçen bir hadise, baba ve oğul arasında farklı hükümlerin verilmesine sebep olmuştur.

Davut Aleyhisselam, hem bir peygamber hem de devlet başkanı idi. Halk arasında cereyan eden hukuki hadiselere bakar ve çözüme ulaştırırdı. Bu hadiselerden birisi de şöyle gerçekleşmiştir:

Bir sürü tarafından ekinleri ziyan edilen şahıs, sürü sahibini Davud (as)’a şikayet eder. Ziyan edilen tarlanın değeri sürünün değerine eşit olduğundan, sürünün tazminat olarak tarla sahibine verilmesine hükmedilir. Babasının bu hükmüne karşı, henüz çocuk olan Süleyman, Cenab-ı Hakk’ın ilhamıyla, sürünün tarla sahibine ve tarlanın da sürü sahibine teslim edilmesini, tavsiye eder. Sürü sahibi tarlayı ekip eski haline getirinceye kadar çalışacak ve sonra sahibine teslim edecektir. Tarla sahibi de, tarlası eski haliyle kendisine teslim edilinceye kadar koyun sürüsünün sütünden, yününden ve kuzularından istifade edecektir. Süleyman (as)’ın bu teklifini beğenen Davud (as) kendi hükmünden vazgeçerek bunu uygular. (Enbiya Suresi, 78, 79)

İnsanları imtihana tabi tutan İlahi İrade, insanların en seçkinleri olan peygamberleri de imtihana tabi tutmuştur. Süleyman (as) da bunlardan birisidir. Cinlerin sebep olduğu karışıklık ve fitneden dolayı kendi ülkesinden çıkarılarak saltanatını geçici bir süre kaybetmesine neden olundu. Diğer yandan sağlığını da kaybederek ağır bir hastalık geçirdi. Başına gelen her şeyin, İlahi kudret dahilinde olduğunu bilerek her hangi bir şikayette bulunmadığı gibi, başına gelenlerden dolayı kendisinin kusurunun olup olmadığını araştırdı. Başına gelenlere de sabırla karşılık verdi.

Süleyman Aleyhisselam; “Rabbim! Beni bağışla; bana, benden sonra kimsenin ulaşamayacağı bir hükümranlık ver. Şüphesiz sen, daima bağışta bulunansın, dedi.” (Sad Suresi, 35) Samimi bir şekilde yapılan bu dua kabul edilerek istediğinden fazlası verildi. Kendisine verilen büyük mucizelerden biri olarak rüzgar, emrine musahhar edildi. Daha önce karışıklığa sebep olan, -aynı zamanda bina yapmada ve dalgıçlıkta usta olan- şeytanlar da zararsız hale getirilerek emrine verildi. (Sad Suresi, 36, 37, 38)

Süleyman Aleyhisselam’a rüzgarın musahhar edildiğini bildiren Kur’an-ı Kerim’in ayetleri insanlığa çok önemli mesajlar vermektedir. Kendisine mucize olarak verilen bu durum ile, iki aylık mesafeyi bir günde kat etmiştir. Bu mucize insanlığın önünün açık olduğunu göstermiştir. Cenab-ı Hak, bu ayetinin lisanıyla manen diyor; “Ey insan! Bir abdim hevâ-i nefsini terk ettiği için, havaya bindirdim. Siz de nefsin tenbelliğini bırakıp bazı kavânîn-i âdetimden güzelce istifade etseniz, siz de binebilirsiniz.” (Sözler, s. 231)

Süleyman Aleyhisselam’ın zamanında geçen ve günümüzde de dikkatleri çeken hadiselerden birisi Sebe’lilerin melikesi Belkıs ile aralarında geçen olaydır. Belkıs’ın tahtının getirilmesi olayı her zaman dikkat çekmiştir. Kur’an-ı Kerim’de geçen olay özet olarak şöyle cereyan etmiştir:

Sebe’lilerin hükümdarı ve Melikesi Belkıs’tır. Kendisine hükümdar olması hasebiyle de büyük ihsanlarda bulunulmuştur. Ancak, şeytanın desiseleriyle yoldan saparak güneşe tapmaya başlamışlar. Bu durumdan haberdar olan Süleyman Aleyhisselam, Belkıs’e, doğru yola dönmeleri ve Allah’a ibadet etmeleri yönünde telkinleri ihtiva eden bir mektup yolladı. Belkıs, mektubu aldıktan sonra devletin ileri gelenleri ile istişare etti. Allah’ın elçisinin taleplerini bildirdi. Fikirlerini sordu. Kendilerine danışmadan hiçbir şeyi yapmadığını sözlerine ekledi.

Devletin ileri gelenleri, güçlü kimseler ve savaş erbabı olduklarını, buyruğun da kendisine ait olduğunu, ne emrederlerse onu yapacaklarını söylediler. Bu görüşmeden sonra Süleyman Aleyhisselam’a hediyelerle birlikte elçi gönderildi. Süleyman (as), getirilen hediyeler için; bunlara ihtiyacı olmadığını, hediyelere ancak kendilerinin sevindiklerini, Cenabı Hakkın kendisine ihsan ettiklerinin bütün hediyelerden üstün olduğunu söyledi. Elçiye seslenerek; “… onlara dön; iyi bilsinler ki, kendileri asla karşı koyamayacakları ordularla gelir, onları muhakkak surette hor ve hakir halde oradan çıkarırız” dedi. (Neml Suresi, 23-38)

Elçi, getirdiği hediyeleriyle birlikte ve ayrıca Süleyman Aleyhisselam’ın idaresinin ve ordusunun ihtişamını da görerek geri döndü. Durumu hemen idarecilere bildirdi. Karşı durulamayacak bir orduya sahip olduklarını bildirdi. Savaşla karşı koyamayacaklarını anladılar. Belkıs, haber göndererek, ülkesine gelmek istediğini, davet ve dinini yerinde görme arzusunda olduğunu bildirdi. Diğer taraftan yol hazırlıklarına başladı. Belkıs’ın gelmek istediğini öğrenen Süleyman Aleyhisselam, adamlarına dönerek; ” … Ey ulular! Onlar teslimiyet gösterip bana gelmeden önce, hanginiz o melikenin tahtını bana getirebilir?” (Neml Suresi, 38) diye sordu. O zaman hizmetinde bulunan Cinlerden bir ifrit; “Sen makamından kalkmadan ben onu sana getiririm. Gerçekten bu işe gücüm yeter ve bana güvenebilirsiniz, dedi.” (Neml Suresi, 39)

Nitekim, göz açıp kapayıncaya kadar kısacık bir sürede Belkıs’ın tahtı Süleyman Aleyhisselam’ın huzurdaydı. Cenabı Hakkın bu büyük ihsanına şükretti. Süleyman Aleyhisselam, Belkıs gelmeden önce bir köşk inşa ettirmişti. Köşkün avlusunu billurdan yaptırarak, altından akıttığı suya balıkları koydu. Belkıs, zeminin şeffaf bir madde olduğunu fark edemediği ve sudan geçeceğini zannettiği için eteğini çekti. Kendisine, havuzun üstünün camla örtülü olduğu belirtilince; gerek mülk ve saltanat ve gerekse şahsi deha ve zeka açısından Süleyman Aleyhisselam’ın kendisinden çok üstün olduğunu anladı. Şimdiye kadar hayatını boşa geçirmiş olduğunu, kendisine yazık ettiğini, bundan sonra Süleyman (as)’a tabi olduğunu bildirerek, alemlerin Rabbi olan Allah’a teslim olduğunu bildirdi.

Söz konusu Belkıs’ın tahtının naklinden haber veren Kur’an-ı Kerim’in; “… Süleyman Belkıs’ın tahtını yanı başında görünce…” (Neml Suresi, 40) ayeti, uzak mesafelerden eşyanın aynen veya sureten naklinin mümkün olduğuna işaret etmektedir. Cenab-ı Hak bir mucize olarak Süleyman Aleyhisselam’a ihsan etmiştir. Simimi bir şekilde arzulanan bir hadiseyi peygamberine ihsan eden Allah, kabiliyeti nisbetinde çalışıp, kainata yerleştirmiş bulunduğu kanunlarına ve emirlerine uygun hareket eden kullarına da dünyayı bir şehir hükmüne geçirip ihsan edebilir. Belkıs Yemen’de iken, Şam’da aynıyla veya sureten hazır olmuştur ve görülmüştür. Yanındaki adamları da sesleriyle beraber müşahede edilmişlerdir.

Cenab-ı Hak bu ayeti kerimesi ile; bir kuluna geniş bir mülk ve bu mülkünde tam adaleti sağlaması için zeminin her halinden haberdar ettiği gibi, her bir insana da, yaratılışı itibariyle yeryüzüne halife olacak şekilde bir kabiliyet verdiğini bildirmektedir. Bu kabiliyetinin ve istidadının gereği olarak, zemin yüzünü görecek, bakacak, anlayacak kabiliyeti vermesi de hikmetinin gereği olduğunu bildirmektedir. Şahsen bu seviyeye her kes ulaşmasa bile içlerinden ulaşanlar olacak, maddeten erişilmezse bile manen erişilebilinecek. Öyle ise bu büyük nimetten istifade edebilirsiniz. Kulluk vazifenizi unutmamak şartıyla, öyle bir çalışınız ki, yer yüzünün her tarafını görünebilen ve sesleri işitilebilen bir bahçeye çeviriniz, demektedir. (Sözler, s. 233, 234)

Cenab-ı Hakk’ın asırlar öncesinden Yüce Kelamı vasıtasıyla bildirdiği ve bu yönde çalışmaları hususunda işaret buyurduğu, Süleyman Aleyhisselam’ın mucizesi, insanlık tarafından gerçekleştirilmiştir. Uzay çağı olarak da vasıflandırılan çağımızda önce radyo ve telsizler, telefonlar v.s. vasıtasıyla gerçekleştirilen ses naklini, daha sonra televizyonlar vasıtasıyla suret ve görüntülerin nakli izledi. Böylece, Cenabı Hakkın kainata yerleştirmiş bulunduğu kanunlara riayet ederek samimi bir şekilde çalışan insanoğluna, daha önce peygamberlere mucize olarak ihsan edilenler, ilim yoluyla alimlere de ihsan edildi. Çalışmalarını hızla devam ettiren bilim adamları, suretleri nakletmekle yetinmeyip şimdi de madde olarak nakletmeyi gerçekleştirmenin uğraşısı içindedirler.

Süleyman Aleyhisselam’ın dillere destan saltanatı uzun süre devam etti. Bu arada, gaybi bildiklerini iddia eden ve zararlı faaliyetlerde bulunan cinler zorla hizmetinde istihdam edildi. Onların hiçlikleri, zayıflıkları ve gaybı bilmedikleri, Süleyman Aleyhisselam’ın hizmetinde çalıştırılmalarıyla bizzat kendilerine gösterilmiş oldu. Çalışmalarını, asasına dayanmış bir şekilde izlerken vefat eden Süleyman Aleyhisselamın, durumundan haberleri olmayan cinler günlerce çalışmalarına devam ettiler. Yaslandığı değneği bir ağaç kurdu tarafından kemirilip kırıldıktan ve kendisi de yere düştükten sonra ancak, farkına vardılar. (Sebe’ Suresi, 14) Böylece, gaybı bildikleri iddiası bir kez daha çürütülmüş oldu.

Cin ve şeytanlarla kötü ruhların Süleyman Aleyhisselam’ın kontrolü altına verildiğini haber veren; “Asi olan şeytanları ise zincirlerle bağlı olarak ona boyun eğdirdik.” (Sad Suresi 38) ve “Denize dalarak onun için cevher çıkaran ve başka işler de gören şeytanları yine onun emrine verdik.” (Enbiya Suresi, 82) ayetleri, cinlerin insanlara hizmetkar olabileceğine işaret ediyor. Onlarla temas edilebileceğini bildiriyor. Şeytanların da düşmanlığı bırakmaya mecbur olup, ister istemez hizmet edebileceklerini, Allah’ın emirlerine musahhar bir kuluna onları hizmetkar yaptığını bildiriyor. (Sözler, s. 234)

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*