Hud Aleyhisselam

Ad Kavmine gönderilen ve ismi Kur’an-ı Azimüşşan’da geçen peygamberlerdendir. Risale-i Nur’da, “… bu kâinatın ve içindeki nev-i beşerin Hakim ve Adil ve Muhsin ve Kerim ve Aziz ve Sahhar bir Mutasarıfı, bir Rabbi var ki, Nuh ve İbrahim, Musa ve Hud ve Salih gibi (aleyhimüsselam) çok nebilere pek harika bir surette tarihi ve geniş hadiselerle muzafferiyet ve necatları vermiş…” (Şualar, s. 534) şeklinde ismi zikredilirken; asi kavimler arasında Hud Aleyhisselamın kavmi de zikredilmektedir (Şualar, s. 195).

Adem Aleyhisselam’ın yaratılışından günümüze kadar iki büyük akım birbiriyle çarpışarak gelmiştir. Bunlardan birisi, doğru yolu takip ederek Cenabı Hakkın nimetlerine kavuşanlar ve neticesinde her iki dünya saadetine nail olanlardır. Bu yolu takip edenler; peygamberler, salih ve iman sahibi insanlardır. Bunlar aynı zamanda, kainattaki hakiki güzellik, intizam ve kemale uygun bir yol izlediklerinden, hem kainat sahibinin lütuflarına, hem iki cihan saadetine mazhar olmuşlar. İnsanların, melekler seviyesine ve daha yüksek derecelere ulaşmalarına sebep oldular. İman hakikatleriyle dünyada manevi bir cennet, ahrette bir saadeti hem kazanıp hem de kazandırdılar.

İkinci yolu takip edenler ise hem kendilerinin hem de kendilerini taklit edenlerin felaketine sebep oldular. Bir taraftan hayvandan daha aşağı bir duruma düşerken, diğer taraftan da dünyada işledikleri zulümlerine mukabil, musibetler yoluyla İlahi tokat yediler. Akılları vasıtasıyla gelecek ve geçmişi bir anda yaşayabildiklerinden, kainatı bir hüzüngaha çevirdiler. Hayat sahiplerini içinde bulunduğu durumu çirkin, karışık gördüklerinden dünyada dahi bir nevi cehennem hayatı yaşıyor ve yaşatıyorlar.

Sözünü ettiğimiz iki akımın mücadelesi Hud Aleyhisselam zamanında da devam etti. Cenabı Hakk, Ad Kavmine büyük ihsanlarda bulunmuştu. Üzerinde yaşadıkları topraklar çok verimli olup, bol bol yağmur yağdığından sulak arazilerdi. Bu verimli toprakları işleterek çok önemli bir gelişme gösterdiler. Sayıları ve servetleri gittikçe arttı. Nuh Tufanından sonra meydana gelen bu gelişmelerle insanların refah seviyesi gün be gün arttı. Ekonomik yönden sağlanan gelişmeler, inanç noktasında tersi bir durum arz etmeye başladı. Peygamber gönderilişin üzerinden zaman geçtikçe, hak dinden uzaklaşmalar da armaya başladı.

Dünyada temelli kalacaklarmış gibi her yüksek yere alametler dikmeye, sağlam yapılar yapmaya başladılar. Mal, mülk, eşine arz rastlanır bağ ve bahçelere sahip olduklarından gittikçe bu servetleriyle gururlanmaya başladılar. Kibirlenmeye başladılar. Daha da ileri giderek putlara tapmaya başladılar. Ahlaki değerlerden ve insanlıktan uzaklaştılar. Fakir halkı ve komşularını, maddi güçlerini kullanarak esaretleri altına almaya başladılar. Köle gibi çalıştırdıkları insanlara eziyet etmekten zevk alacak kadar aşağılaştılar.

Ad Kavmi azgınlıkta ileri gidince kendi içlerinden olan ve temiz bir aileye mensup olan Hud Aleyhisselam kendilerine peygamber olarak gönderildi. Kendi içlerinde büyüdüğü için onların durumunu iyi bilen Hud Aleyhisselam, Alemlerin Rabbinden aldığı emirleri iletmeye başladı.

Hud Aleyhisselam, insanları Allah’a kulluk etmeye davet etti. Allah’tan başka ilah olmadığını, işledikleri günahlardan sakınmalarını tavsiye etti (A’raf Suresi, 65). Allah’a karşı gelmekten sakınmalarını söyledi. Kendisinin Allah tarafından gönderilen güvenilir bir elçi olduğunu, itaat etmelerini tembih etti. Yaptığı ulvi vazifeden dolayı kendilerinden herhangi bir ücret talep etmediğini, ecrinin karşılığını alemlerin Rabbi olan Allah’ın vereceğini söyledi (Şuara Suresi, 124-127).

Debdebe içinde yaşayan insanlara seslenerek; “Siz her yüksek yere bir alamet dikerek eğleniyor musunuz? Temelli kalacağınızı umarak sağlam yapılar mı ediniyorsunuz? Yakaladığınız zaman, zorbalar gibi mi yakalıyorsunuz? Artık Allah’tan korkun ve bana itaat edin” (Şuara Suresi, 128-131), diyerek uyardı. Kendilerine bağlar, bahçeler, davarlar, oğullar, pınarlar ihsan eden Allah’a karşı gelmekten sakının, dedi. Onlara gelecek büyük bir azaptan endişe duyduğunu da belirtti. Onlar ise, yaptıklarında ısrar ederek, “… Sen öğüt versen de, vermesen de bizce birdir” (Şuara Suresi, 132-136) sözleriyle karşılık verdiler. Yaptıkları şeylerin atalarından kalma olduğunu, öldükten sonra dirilmenin geçmişlerin uydurması olduğunu söyleyerek, “Biz azaba uğratılacak da değiliz, demek suretiyle Allah’ın elçisini yalancılıkla suçladılar (Şuara Suresi, 137-139).

Küfürlerinde sınır tanımayan kafirler daha da ileri giderek; “… Biz seni kesinlikle bir beyinsizlik içinde görüyoruz ve gerçekten seni yalancılardan sanıyoruz” (A’raf Suresi, 66), diyecek kadar küstahlaştılar. Hud Aleyhisselam, beyinsiz olmadığını, Allah’ın elçisi olduğunu, Rabbinin vahyettiklerini duyuran ve kendileri için güvenilir bir öğütçü olduğunu sözlerine ekledi. Allah’ın kendilerini uyarmak için içlerinden bir adam vasıtasıyla kitap göndermesine neden şaştıklarını, Nuh kavminin helak olmasından sonra onların yerine “… yaratılışta sizi onlardan üstün kıldı. O halde Allah’ın nimetlerini hatırlayın ki, kurtuluşa eresiniz” ifadeleriyle, düşünmelerini söyledi (A’raf Suresi, 67-69).

Kafirler; “Sen bize tek Allah’a kulluk etmemiz ve atalarımızın tapmakta olduklarını bırakmamız için mi geldin? Eğer doğrulardan isen, bizi tehdit ettiğini (azabı) bize getir” (A’raf Suresi, 70), diyerek putperestlikten vazgeçmeye niyetleri olmadığını açık bir şekilde ortaya koydular. Dolayısıyla Hud Aleyhisselam’ın yapacağı bir şey de kalmadı.

Cenabı Hakka açıkça meydan okuyan kafirler ilk önce kuraklık ve kıtlıkla cezalandırıldılar. Bağlar ve bahçeler kurumaya, hayvanlar telef olmaya başladı. Diğer taraftan kuru ve bunaltıcı rüzgar insanları perişan ediyordu. Bu durum sürerken her fırsatta insanları tövbe ve istiğfara çağıran Hud Aleyhisselam, ” … Rabbinizden bağış dileyin; sonra da O’na tövbe edin ki, üzerinize göğü (yağmuru) bol bol göndersin ve kuvvetinize kuvvet katsın. Günah işleyerek (Allah’tan ) yüz çevirmeyin” (Hud Suresi, 52) dedi.

Peygambere (as); “… Sen bize açık bir mucize getirmedin, biz de senin sözünle tanrılarımızı bırakacak değiliz ve biz sana iman edecek de değiliz ” (Hud Suresi, 53) diye karşılık verdiler. Hatalarını anlayıp tövbe edeceklerine Allah’ın elçisini suçlamaya ve onun yüzünden bunların başlarına geldiğini söylemeye başladılar. Tanrılarından birisinin kendisini çarptığını söylediler (Hud Suresi, 54).

İyice yoldan çıkan Ad Kavmi, Allah’ın elçisini öldürmenin planlarını yapmaya başladılar. Bunu Allah’ın inayetiyle öğrenen Hud Aleyhisselam, kavmine meydan okudu. Kendisine hiçbir şey yapamayacaklarını, mühlet tanımadan istedikleri tuzağı kurmalarını, hem kendisinin hem de onların Rabbi olan Allah’a dayandığını, Allah’ın her şeye kadir olduğunu sözlerine ekledi.

Ad Kavmi’nin uğradığı İlahi Azap Kur’an-ı Kerim’de şu şekilde ifade edilmektedir:

“Ad kavmi ise, uğultulu, kasıp kavuran bir fırtına ile mahvedildiler. Allah onu, ardarda yedi gece, sekiz gün onların üzerine musallat etti. Öyle ki (eğer orada olsaydın), o kavmi, içi boş kurma kütükleri gibi oracıkta yere serilmiş halde görürdün. Şimdi onlardan arda kalan bir şey görüyor musun?” (El-Hakka Suresi, 6-8).

Cenabı Hakkın inayetiyle, bu fırtına ve afetlerden, Hud Aleyhisselam ile ona tabi olanlar etkilenmediler ve korundular. Kavmi helak olan Hud Aleyhisselam, bir rivayete göre, kendisine inananlarla birlikte Mekke’ye gidip yerleşti ve orada vefat etti.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*