“Başbakan Erdoğan ve AKP’liler referandumun 12 Eylül ile hesaplaşma olduğunu söylüyorlar. Hesaplaşma hesap sormayı da gerektirmez mi?
“Anayasanın geçici 15. maddesi 12 Eylül darbecilerini, onların tercihi ile oluşan Danışma Meclisi üyelerini ve Millî Güvenlik Konseyinin işbaşına getirdiği hükümetleri yargılanamaz ve hesap sorulamaz hale getirmiştir. Darbelerin tipik bir geri kalmışlık göstergesi olduğu, medenî ve kalkınmış ülkelerde darbenin adının bile itici olduğu bilinmektedir. Hukukun üstünlüğüne dayalı devletlerde ‘yapanın yanına kâr kalması’ söz konusu değildir. Amaç geçmişin acılarını deşmek ve bugüne taşımak değil, dünden ders çıkararak, günümüzde ve yarınlarda yeni yanlışların yapılmasına ve acıların çekilmesine mani olmaktır.”
Bu cevap için Aytemur şu suali soruyor:
“12 Eylül’le hesaplaşmanız böyle mi? Meydanlardaki 12 Eylül edebiyatıyla bu nasıl bağdaşıyor?”
28 yıldır yürürlükte olan “geçici” 15. maddenin, şimdi gündeme gelen paketle nihayet kaldırılmasının, sembolik anlam taşıması haricinde, pratikte bir sonuç doğurmayacağını herkes ifade ediyor.
Maddenin kaldırılması Mecliste görüşülürken CHP’nin yaptığı “12 Eylülcülere açılacak dâvâlarda zamanaşımı geçerli olmasın” teklifinin AKP oylarıyla reddedilmiş olması da bunu gösteriyor.
Ancak CHP’nin teklifinin de hukukî bir temeli bulunmadığını ve uygulanamayacağını, Adalet Bakanı Sadullah Ergin şu ifadelerle dile getiriyor:
“Ceza hukukuna göre, sanık aleyhine olan işlem geriye doğru işlemez. CHP’nin verdiği önerge kabul olsaydı bile, kabulünden önceki hukukî hadiselere uygulanamayacaktı.” (Radikal, 22 .7.10)
Bazı hukukçuların “Ceza dâvâsı olmasa bile, hukuk dâvâsı açılabilir” iddiası için ise Yargıtay eski Başkanlarından Sami Selçuk şöyle diyor:
“Hayır, bence onlar da açılamaz. Devlet, ‘Dün yapmış olduğun zararlardan dolayı senin hakkında dâvâ açılamaz demiştim. Yanılmışım. Aradan 30 yıl geçse de verdiğin zararları ödemelisin’ diyebilir mi?” (M. Şenocaklı, Vatan, 3.8.10)
Selçuk, geçmişte bazı savcıların—Sacit Kayasu’yu kastediyor—12 Eylül’e karşı açtığı dâvâların zamanaşımını kestiği görüşüne de katılmıyor, “Kimse böyle şeylerle halkı oyalamasın” diyor.
Bazı konulardaki görüşleri tartışmaya açık olsa da, demokrasi ve hukuktan yana tavrıyla bilinen Sami Selçuk’un bu değerlendirmeyi “12 Eylül’e dokundurmama” gibi bir düşünceyle yaptığını söylemek herhalde doğru olmaz. O, bu konuda hoşa gitmese de, fiilî durumu söylüyor.
Gerçi bu görüşleri de tartışılabilir. Ama aksini ispat etmek için, uygulanabilirliği de olan daha kuvvetli hukukî argümanlar ortaya konulmalı.
Meselâ darbe uygulamalarının mağdur ettiği kişi ve kurumlar açısından, uğradıkları zararların telâfi ve tazmini ve sorumluların cezalandırılması için hukukî yollar bulunmalı. Aksi halde o dönemde yapılan zulümlerin, “yapanın yanına kâr kalması” sonucu doğar ve bu durum devletle onun temeli olan adalete duyulan güveni sarsar.
Evvelce benzer acıları yaşayan ve darbe dönemleriyle hesaplaşmalarını hâlâ devam ettiren Güney Amerika ülkelerinden ve İspanya’dan bu konuda alabileceğimiz ders ve örnekler yok mu?
Referandum sürecinde “darbecilerden hesap sorma” söylemleri havada uçuşurken, iş fiiliyata gelince hukuken birşey yapmanın mümkün olmadığının söylenmesi kasvet verici. O zaman, fiilen de hesaplaşma yolunu açmadan, içi boş ve temelsiz hamasî nutuklarla halk aldatılmasın.
Benzer konuda makaleler:
- Müflis Proje: KEMALİZM
- Terörün çözümü Bediüzzaman’da
- Bir nur talebesinin siyasetteki istikameti
- SAVCI SACİT KAYASU:Türkiye darbeleri yaşamasaydı, Almanya ve İngiltere’nin önünde olurdu
- İyi ihtilâlci, kötü ihtilâlci
- Risale-i Nur eserleri açısından “fikrî hak” kavramı
- 28 Şubat’ta RP değil, Kur’ân yargılandı