Ahmed Kayıkçı kardeşime binler rahmet…

Ah, ah! Talebelik yıllarımdan arkadaşım, mücadele ve mücahede kardeşim Ahmed Kayıkçı’nın vefat haberini alınca birden şaşırdım. Bildiğim kadarıyla belli bir rahatsızlığı yoktu, ama kader-i İlâhîye iman ettiğimizden, teslimiyetle karşıladık elbette…

1970’li yıllar, Türkiye’nin garip ve kaosta olduğu yıllar. Anarşinin dorukta olduğu, kimin ne için öldüğünü, kiminin de ne için öldürdüğünü bilmediği o meş’um yıllar… İşte anarşinin kol gezdiği o yıllarda, Ankara’da bir avuç fedâi genç, Risale-i Nur’un matbuattaki sesi olan Yeni Asya gazetesinin cihad bayrağını o havalide dalgalandırmaya çalışıyordu. O zamanlar meşhur olan dinsizlikle alâkalı koca bir kitaba, Yeni Asya, küçücük bir broşürle atışta bulunuyor ki, tam mevziiden isabet kaydederek, onları dağıtıyor perişan ediyordu. Akl-ı evvelin birinin “Tanrıların Arabaları” diye yazdığı bir kitaba, Yeni Asya, çıkardığı küçücük bir “Tanrıların Arabaları Ne Demek?” broşürüyle meydan okuyor, onları darmadağın ediyordu.

Anarşinin ve dinsizliğin kol gezdiği o senelerde, bu broşürlerin meydanlarda dağıtılması lâzımdı. Yeni Asya’mızın Ankara bürosunda bir araya gelerek, broşürleri çantalara doldurup; Ulus, Kızılay gibi merkez meydanlarda, bu broşürleri dağıtıyoruz. Bir tarafımda akranlarımdan Lütfi Taşçı kardeşim, diğer tarafımda Ahmed Kayıkçı… Avazımız çıktığı kadar bağırıyoruz: “Tanrıların arabaları ne demek? Her şey bu broşürde!” diye. Yan bakmalar, tehditkâr hareketler… Ama kim aldırır? “Hizmete devam!” prensibimiz olmuş. Bizi bu yolumuzdan kim döndürebilir ki? Cenâb-ı Hakk’ın verdiği bu canı, son nefesimize kadar hizmet-i imaniye ve Kur’âniyede kullanmaya ahdeylemişiz. (Allah, son nefesimize kadar bizi muhafaza eyleyip, bu hâlimizden ayırmasın inşâallah!) İşte o Ahmed Kayıkçı kardeşimiz bu minval hizmet işlerinde, daima başı çeken bir kardeşimiz olmuştu. Nerede hizmetle alâkalı bir şey varsa, onu o safın önünde görürdünüz.

Bir zamanlar Ankara’da akşam olduktan sonra, yine Ulus, Kızılay gibi yerlerin ana caddelerinin kaldırımlarında kitap sergisi açıp, satış yapanlar olurdu. Biz de oralardan geçerken, kitaplara bakar, incelerdik. Bir akşamüstü, Ulus meydanından, otobüs durağına doğru giderken bir baktım bizim Ahmed, Yeni Asya yayınlarının kitaplarını açmış satıyor. Öyle hoşuma gitmişti ki, hem kendisini tebrik ettim, hem de biraz ona yardım etmiştim. Şu satırları yazarken dahi inanın, tahassür ve hüzün içimi kaplamış bir vaziyette, durduramadığım gözyaşlarımın, gözümün önünü bulutlandırmasıyla, yazarken zorlanıyorum…

O kadar küsur senedir hiçbir iftiraka kurban olmamış, istikametini hiç bozmamıştı. Öğretmen olarak emekli olduktan sonra yine boş durmuyor çalışıyordu. Çalışmayı seviyordu. Son yıllarda Ankara’daki uzun kalışlarımda bazen görünce konuşur, eskileri yâd eder, bazen de derslerde, sohbetlerde göremediğimde ise, facebookta yakalayınca sorardım “Ahmed, bak ben dağlar ötesinden kalktım geldim, ama seni görmedim” deyince, o andaki meşrû mazeretlerini sıralardı. Zaten, dediğim gibi, hizmetle alâkalı her şeye koşan bir kardeşimizin, normal olarak sohbetlerden geri kalması zaten düşünülemezdi. Ankara’daki bir çok Çankırılı kahraman kardeş ve ağabeylerimizden biri olan Ahmed Kayıkçı kardeşimizin vefat haberi bizi kırk sene kadar önceki hatıralara götürdü.

Ahmed kardeşim! Rabbim, sana rahmet eylesin, merhamet eylesin!

Bir ay içinde, Rahmet-i Rahman’a gönderdiğimiz ikinci Ahmed olarak, kabrin pür nur, mekânın Cennet olsun inşaallah! Allah rahmet eylesin! Yakınlarının, dostlarının, sevenlerinin başı sağ olsun!

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*