Aile içinde iyilikte yarış

Image

Sosyoloji biliminde aile, “karı, koca ve çocuklardan meydana gelen, fıtrî bağlar üzerine kurulan küçük sosyal bir topluluk” şeklinde tarif edilmektedir. Muhtelif aile tipleri vardır, fakat hepsi de “cemiyetin temel birimi olmak” gibi ortak bir vasfa sahiptir. Aile en mühim okuldur.

İnsanın aile içi eğitiminin, daha doğmadan, annesinin karnında bulunduğu sırada başladığı söylenmektedir. Ekonomisi ve teknolojisi bizden daha ileri seviyedeki ülkelere nispeten üstün taraflarımızdan biri, daha sağlam aile yapısına sahip oluşumuzdur. Bunun kıymetini bilmeli, muhafazasına ve niteliğini daha da geliştirmeğe çalışmalıyız.

“- Bir insana yapılabilecek en büyük iyilik nedir?”

mühim bir sorudur ve cevabı titizlikle araştırılmalıdır. İnsanların bu soruya muhatap olunca, cevap verebilmekte ekseriya zorlandıkları, bazılarının da tam emin olamadan bazı cevaplar verdikleri görülür.

“Bir insana iyilik yapmak” denilince ilk akla gelenler o­nun yiyecek, giyecek, tedavi, mesken gibi temel ihtiyaçlarını temin etmektir. Bunlar tabii ki iyilik olmakla beraber, biraz daha derin düşünülecek olursa, “bir insana yapılabilecek en büyük iyiliğin o­na hakikati söylemek” olduğu anlaşılabilir.

Çünkü, insan ebed için yaratılmış ve o­nu Yaratan, insanın içine en büyük ihtiyaç olarak, ebedî yaşamak arzusunu yerleştirmiştir. Ebedî yaşamak, insan için dünya hayatında gerçekleşmesi imkânsız boş bir hayalken âhirette ise, insanın istemese bile maruz kalacağı bir âkibettir. İnsan bu dünyada ölüme çare bulmak için değil; âhirette zaten yaşayacağı ölümsüz ebedî hayatının iyi şartlarda olabilmesi için çalışmalıdır. İnsanın âhiretteki ebedî hayatının şartları da, bu dünyada aklıyla ve iradesiyle imtihanının neticesinde ortaya çıkacaktır. Buna dair iman varsa; “bir insana yapılabilecek en büyük iyiliğin o­nun ebedî hayatını şekâvetten kurtarıp saadete vesile olabilecek hakikat derslerini verebilmek olduğu”nu anlamakta ve kabul etmekte güçlük çekilmez. Hakikaten yaşamak, bunun gibi en mühim hakikatlerle yaşamaktır ve bu yaşayışla ölüm sonrası ebedî hayatını “ebedî şekâvet” olmaktan kurtarmanın ve “ebedî saadet”e dönüştürebilmenin sebeplerine tevessül etmektir.

Ancak, bu bahsedilenler gibi en mühim hakikatleri insanlara söylemek de çok ince bir meseledir ve inceliğine riayet edilmezse, faydadan çok zarar getirebileceği haller de vardır. Bu mühim tebliğ, sözün muhatapta meydana getireceği tesirin ne olabileceğini dikkate almadan rastgele ve hoyratça yapılamaz; böyle yapılacaksa, hiç yapılmaması daha iyidir. Çünkü, “Her zaman def-i şer, celb-i nefye râcihtir.” Yani her işte önce zarardan uzak kalmağa, daha sonra fayda elde etmeğe çalışılmalıdır. Tarz-ı beyan ve üslûpta hata edilip, “Ben hakikatı söylüyorum.” savunmasıyla, muhatabın enesi (benliği) ve bazı menfi hissiyatına dokunulur ve tahrik edilirse, maksadın aksi bir netice ile, muhatabın hakka muhalefet damarı kabartılmış, bazen de fitne uyandırılmış olabilir. “Her sözün doğru olmalı, fakat her doğruyu söylemek doğru değil. Bazen zarar ihtimali olursa, sükut etmeli, fakat yalana asla cevaz yok.” diyen asrın büyük âliminin bu vecizesi, bu mevzuda çok mühim bir ölçüdür. Vefat etmek üzere olan birinin yanında yüksek sesle kelime-i tevhid veya kelime-i şehadet söylenirken, o kişinin bu tavsiyeye uymaması veya reddetmesi ihtimalinin doğurabileceği zararın büyüklüğü sebebiyle, “Sen de söyle!” demenin yasaklanmasındaki hikmet de bununla ilgilidir. Bu sebeple, aile içinde iyilikte bir yarışa girilse, bu yarış esnasında ailenin fertlerine yapılabilecek en büyük iyilik, o­nlara hem en mühim hakikatleri söylemek; hem de usulünce, muhalefet hislerini tahrik etmeden ve İslâm’daki tebliğ metotlarına uygun olarak söylemektir.

En çok satılan kitapların, yemek tarifi kitapları olduğu söylenmektedir. Mesleği aşçılık olanlar, zaten yemek yapmayı ya okuluna giderek veya usta-çırak eğitim sistemi ile öğrenmişlerdir ve yemek kitabı alarak yemek yapmayı öğrenmek ihtiyacını pek duymazlar.

Yemek kitaplarını satın alanlar daha çok, aile içinde yemek yaparak aile hayatında paylaşılacak maddî gıdalar, lezzetler vermeğe çalışanlardır. Bu da ihtiyaç olmakla beraber, ruhların ve maneviyatların açlığının giderilmesi, o­ndan daha mühim bir ihtiyaçtır. Maddî gıdalar ve lezzetler için sarf edilen zaman, enerji, gayret, dikkat ve itina, o­ndan daha mühim olan; ruhların ve maneviyatların açlığının giderilmesinde ve o­nlara manevî lezzetlerin tattırılmasında da, bilhassa aile ortamında, daha fazlasıyla gösterilmelidir.

Ailemizdeki fertlerin midelerini doyurmak ve o­nlara damak zevkleri sunmak için kimler gayret gösteriyorsa, bu o­nların ailemiz fertlerine yaptıkları hizmetleri ve iyilikleridir. Bundan çok daha büyük iyilikler olarak, ebedî saadetlerin yolunu açan çok mühim hakikatleri hem yaşamak, hem de birbirlerine hazmedebilecekleri ve lezzet alabilecekleri şekillerde sunmak için, ailemiz fertlerimizin, kendi kapasiteleri nispetinde, zikirle, fikirle, şükürle, merhametle, hürmetle, şefkatle dolu söz ve davranışlarla birbirleriyle iletişim kurmalarını ve bu şekilde ailemiz içinde iyilikte yarış halini göstermelerini, önce tasavvur ve sonra hayal edip, ardından da tahakkuk ettirmeğe çalışamaz mıyız?

Şimdi, bu mevzuda düşünelim ve basit bir muhasebede bulunalım:

Akıllıca yaşayan insan, zararıyla faydasını ayırt ederek yaşayan değil midir?

Ailemiz içindeki fertler olarak, iyilikte böyle bir yarış içine girersek, ne kaybederiz?

Ailemiz içinde iyilikte böyle bir yarışa girmezsek, ne kazanırız?

 

Kaybımız olmayacak; aksine kazancımız olacaksa, bizi bundan alıkoyan nedir?

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*