Hayatımızın arşivi olan hafızamız, en kıymetli mânevî uzuvlarımızdandır. İnsan hayatı boyunca öğrendiklerini burada saklar. Yaşadıklarının kaydı burada tutulur. Lüzumsuz ve zararlı mâlûmatlar nisyan perdesine sarılarak hafıza arşivinin karanlık dehlizlerinde unutmaya terk edilir. Yani kayıtlardan silinir. Şayet yaşadığımız her olayın kaydı hafızamızda her an canlı tutulsaydı, hayat bir ızdırap hâline gelebilirdi.
Zira öyle olaylar yaşıyoruz ki, onları bir an evvel unutmak ve hafızamızdan silip atmak istiyoruz. İnsana acı ve elem veren olayların unutulması, yüreklerdeki yangını söndürdüğü için, böyle durumlarda unutmak, bir nimet olarak karşımıza çıkıyor.
Kötü olayları, acı veren hatıraları, lüzumsuz ve zararlı mâlûmatları unutmak bir nimet olduğu gibi, hiçbir zaman hatırdan çıkarılmaması gereken çok önemli şeyleri hafızadan silip atmak da tam bir felâkettir. İşte o zaman bir nimet olan unutmak, bir nikmet hâlini alır. Onun için hafıza denilen hayatın arşivini öyle düzgün kullanmalı ki, her zaman hatırlamak durumunda olduğumuz mâlûmatlar arşivin ön raflarında ve hep göz önüne bulunurken, lüzumsuz ve zararlı hatıralar arşivin arka raflarında tutularak unutulmaya terk edilmelidir.
İnsan hem cahil hem de gafil olduğundan, kendisi için en lüzumlu şeyleri gaflet perdesine sarıp nisyana terk ederken, lüzumsuz ve zararlı olanlarını hep hafıza arşivinin ön raflarında hazır bulundurur. Çünkü nefis, zararlı mâlûmatları insanın kulağına fısıldar durur. Nefsin sesine kulak verenler de bu mâlûmatları hep hatırda tutarken, insanın ebedî saadetini temin edecek olan aklın ve imanın telkinlerine kulak tıkarlar. Bu durum ise, insan için en büyük felâkettir.
Hafıza denilen nimet, en başta Allah’ı hatırlamak için istimâl edilmelidir. Cenâb-ı Hakk’ın kulu olduğunu, ruhlar âleminden gelip dünyadan, kabirden, mahşerden, sırattan geçerek ebedî hayatın menzillerine doğru yol aldığını hatırından çıkarmayan bir insan, hayatını ona göre tanzim eder. Sahip olduğu vücudun, sıhhatin, rızkın ve ömrün, kendisine emanet olarak verildiğini, bir gün hepsinin geri alınacağını ve bunları veriliş amaçlarına uygun olarak kullanıp kullanmadığının sorulacağını düşünür.
Akıllı bir insan, sadece geçmişte yaşadığı olayların acı veya tatlı hatıraları ile hayatını geçirmez. Yakın geleceğini düşündüğü gibi, uzak geleceğini de düşünür. Zaten “bütün gelecekler yakın” olduğuna göre, uzak gelecek diye bir şey de yoktur. Elli sene önceki hayatımız, zaman seli ile nasıl akıp gitmişse, elli sene sonra da yine zaman seli bizi yeni bir hayata taşıyacaktır. Bizim gibi ellisini aşanlar, “Ben elli sene sonra hayatta olmayacağım ki” diye düşünebilirler. Halbu ki, ömür sona erer ama, hayat devam eder. Bizim gibiler, elli sene sonra dünyada olmaz belki ama, hayatın bir başka boyutunda yaşamaya devam ederler. Bedenler toprak olacak, kafataslarına kumlar dolacak ama, ruhlar bâkî kalacaktır.
Geleceğini düşünmeye meraklı olan insan, ölümün de bir gün geleceğini, kabir kapısından içeri gireceğini hatırlamalıdır. Ölümü düşünmek, gafleti dağıtıp kalbi uyanık tuttuğu için, Peygamber Efendimiz (asm) tarafından ümmetine tavsiye edilmiştir. Efendimiz (asm) “Lezzetleri acılaştıran ölümü sıkça hatırlayınız” buyuruyor. Ölümü hatırlayıp, hayatının hesabını vereceğini düşünen bir insan, gaflete dalıp günah işlemeye devam edemez. Bütün bunlar da Allah’ı hatırlamakla, hatta hiç hatırdan çıkarmamakla mümkün olacaktır.
Allah’ı unutmanın ne kadar büyük bir felâket olduğunu, Cenâb-ı Hak, şu âyet-i kerime ile bizlere hatırlatıyor: “Allah’ı unutanlar gibi olmayın ki, Allah da onlara kendi akıbetlerini unutturmuştur.” (Haşir Suresi, 19) Akıbetini, yani sonunu düşünmeyen insanların bu dünyada bile ne büyük sıkıntılara maruz kaldıklarını biliyoruz. Üç günlük dünya hayatında insanların en büyük kaygılarından birisi, “Yarın ne olacağım” endişesidir. Bugün sağlıklı ve varlıklı olanların yarın ne hâle geleceklerini kimse bilemez. Onun için atalarımız, “Ne oldum deme, ne olacağım de” diyerek, sadece bu günümüzü değil, asıl sonumuzu düşünmemiz gerektiğini bildirmişlerdir.
Her zaman geleceğinden endişe etmek gibi bir zaafiyet taşıyan insan, Allah’ı hiç hatırından çıkartmazsa, hayatını Allah’ın emrettiği şekilde tanzim edecek, akıbetine ait en ufak bir endişe duymayacaktır. “Ya Bâkî, ente’l-Bâkî” diyecek, bekaya mazhar olduğunu bilecektir.
KİM TUTAR ELİMDEN
Mahrum etme rahmetinden nurundan,
Gaflete düşmekten kurtar Allahım.
Ayrı koyma beni hiç huzurundan,
Kalbim senin için atar Allahım.
Korkuyorum zalim nefsin şerrinden,
Yine Sana sığınırım ben senden,
Bir lem’a yollasan Settar isminden,
Tüm günahlarımı örter Allahım.
Musibetler İzzetine bir perde,
Şâfî ismin şifa olur her derde,
Seni anan hazır bulur her yerde
İsmin imdadıma yeter Allahım
Ruhumu sıksa da yeis halkası,
Kalbimi kaplasa hüzün dalgası,
Nur isminin gölgesinin gölgesi,
Gönlüme bir güneş katar Allahım.
Baş başa kalırsam kederle gamla,
Sonsuz aczim, fakrım ve ihtiyacımla,
Rahmetinden vereceğin bir damla,
Bütün hâcatıma yeter Allahım.
Çok mahçubum, başım önüne eğik,
Biliyorum Rabbim kusurum büyük,
Yardımın olmasa çekilmez bu yük,
Elimden başka kim tutar Allahım.
Benzer konuda makaleler:
- Afakî meselelerle meşguliyet
- Eyüpsultan gençliği
- Lise mektebinde gülerek raksedenler…
- Afaki meselelerle meşgul olmanın zararları
- Ölümüm hayatımdan ziyade dine hizmet edecek
- Ağlamak anlamaktır
- Ölmeden Önce Ölüm Ve O´na Dönüş
- Fıtrat aslında Gerçek Sevgili’yi arıyor
- Ölümüm, hayatımdan ziyade dine hizmet edecek!
- Tam toprak gibi tevazu-u mutlakta bulunmalı
Okur-Yazar (Hem okur, hem yazar, şiir yazar, makale yazar, anı yazar, roman yazar…)
İlk yorum yapan olun